Pek akla gelmeyecek, insana “bu da nereden çıktı?” dedirtecek soruların ortaya atılmasında çoğu kez yarar vardır...

Pek akla gelmeyecek, insana “bu da nereden çıktı?” dedirtecek soruların ortaya atılmasında çoğu kez yarar vardır. Örneğin şunun gibi:

AKP’yi bu toplum mu yaratmıştır, yoksa AKP mi toplumu bugünkü durumuna getirmiştir?

Biraz “yumurta-tavuk” meselesine benzese de sonuçta “siyaset sosyolojisi” denilen alana ait bir sorudur ve ikirciksiz yanıt gerektirmektedir. Şöyle:

Asıl olarak, AKP’yi yaratan bu toplumdur. Arkasında sermayenin yanı sıra cemaatler, tarikatlar da olsa, hiçbir siyasal iktidar kendi toplumunu bir boşlukta yaratamaz. En fazla, AKP’nin kendisine yol veren toplumu son on yıl içinde kendi özel girdileriyle daha bir yoğurup şekillendirdiği söylenebilir.

AKP bugün dünya görüşü, ideolojisi, siyaseti ve gündelik yaşama bakışı açısından nerede duruyor, neleri temsil ediyorsa, bunların hemen hepsini AKP’yi önceleyen dönemlerdeki toplum yapısında bulmak mümkündür. Yani AKP hiçbir şeyi yoktan var etmemiştir; var olanlardan kimilerini daha ileri taşımış, kendi siyasal projesi doğrultusunda yeniden harmanlayıp şekillendirmiştir.

AKP’nin mahareti, toplumu radikal biçimde dönüştürmesinde değil, mevcut eğilimlerini işleyip belirli bir kıvama getirdiği topluma basarak 1923 Cumhuriyeti’nin temel kurumlarını ve dengelerini tasfiye etmesindedir. Başka bir deyişle, AKP’nin “özgüllüğü”, sosyal yapıcılığından (bozuculuğundan) çok siyasal bozuculuğunda (yapıcılığında) aranmalıdır.

***

Yukarıdaki son cümle bir görelilik durumunu anlatmaktadır. Yoksa AKP’nin “sosyolojik”, daha doğrusu “kültürel” yapıcılık (ya da bozuculuk) alanındaki özel katkılarını kimse inkâr edemez.

Gerçekten de AKP son on yıl içinde sosyolojik-kültürel alanda eskisine göre önemli bir “fark” yaratmıştır. Bu fark, toplumun genişçe bir kesiminin,  “dışarıdan”, “başkalarından” gelen mesajları, söylemleri, önerileri ve yakınlaşma çabalarını algılayış biçimiyle ilgilidir.

Bu ülkede son 40-50 yılını sol siyaset içinde geçirenler aşağıdakini kabul edeceklerdir:

Bundan 10-15 yıl öncesine kadar, toplumun geniş kesimleri, kendilerine ulaşan siyasal mesajları gene siyasal zeminde, en başta siyasal mantıklarının süzgecinden geçirerek kabul veya reddederlerdi. Örneğin, bir zamanların “Moskova uşaklığı” da dahil olmak üzere “yoksul köylünün 20 dönümlük tarlasına bile göz dikme”, “insanları patronların değil de devletin kölesi yapma”, “servet düşmanlığı”, “eşitliği yoksullukta sağlama” gibi sosyalizm reddiyeleri her şeye karşın belirli bir siyasallık içermekteydi, en azından bir siyaset algısını yansıtırdı.

Bugün olmayan, işte budur.

Bugün, ulaşan mesajın, söylemin ve önerinin siyasal içeriğine ve çağrışımlarına değil, bunların nereden, kimden geldiğine bakılmaktadır. “Moskova uşaklığı” yakıştırması zaten tarihe karışmıştır.  Diğerlerine gelince; artık önemli olan, yoksul köylünün 20 dönümlük tarlası, devlet köleliği, servet düşmanlığı, yoksullukta eşitlik vb değil, mesajı getirene muhatabınca atfedilen kültürel başkalık, yabancılık, hatta ötekiliktir…

Oysa mesajı getiren, pekâlâ yoksul bir ailenin üniversitede okuyup aynı zamanda garsonluk yapan çocuğu da olabilir, emekli bir öğretmen de, işçi de, işsiz de… Başka bir deyişle, aradaki yarılmanın sınıfsal farklılık anlamında gerçek bir karşılığı yoktur. Yoktur, ama mesajı alan, getireni gene de “kendinden” saymayacaktır.

Çünkü onun için, seçimden seçime oy verme dışında siyasal faaliyet ve bunun gerektirdiği özveri, ancak, kendisi gibi olmayanların, başka bir dünyanın “tuzu kuru” insanlarının işi olabilir!

İşte, AKP’nin kendi açısından en büyük başarısı, karşıtlarının, toplumun geniş bir kesimince “öteki” gibi algılanmasını sağlayan kültürel yarılmayı pekiştirmiş olmasıdır. Bu kültürel yarılmanın bir tarafında yoksulluk, ezilmişlik, mağduriyet olsa bile, bunların hepsine aynı zamanda kendinden saymadığını dışlayan bir “kibir” de eşlik etmektedir.

Sonuçta, bugün Türkiye’nin birçok yerinde “Dogville” toplulukları yaşamaktadır.

Filmi izleyenler, böyle topluluklara yönelik aşırı empatinin, lütufkârlığın ve merhametin ters tepeceğini, az önceki sıfatların İngilizce karşılığı olan “Grace”’in (filmde Nicole Kidman) başına gelenlerden kestirebilirler.