Türkiye’de bir Kürt sorunu olduğu biliniyor...

Türkiye’de bir Kürt sorunu olduğu biliniyor. Bunun siyasetin tepe noktalarında bir demokratikleşme bağlamı içinde dile getirilişi de yeni değil. Ama elindeki siyaset sermayesini giderek tüketen, iniş çizgisindeki bir siyasi hareketin içi boş bir "halkla ilişkiler" operasyonu çerçevesinde konunun tekrar cilalanması, bazı aydınların aşırı ilgi ve övgüsüne nasıl konu olabiliyor? Sorun burada; bu yazıda bunu tartışalım.

Dilekçeci aydınların AKP çizgisini açık veya örtük olarak benimsemiş olanlarını bırakalı m; bunlar misyonlarının gereğini yapıyorlar. Diğerlerinin bir bölümü, laik kültürden gelmekle birlikte, neo-liberal çizginin savunucusu veya itirazsız kabullenicisi durumları yla, mevcut iktidar yapısıyla dayanışmaya savrulmuş durumdalar. İkinci cumhuriyetçiler en çok bu kesim içinde temsil ediliyorlar. Anlaşılması daha zor olanlar, laik ve sosyalist kimliği bir arada götürmek derdinde olanlar. Sol kimliğin sadece bir insan hakları, bir siyasi liberalizm savunuculuğuna indirgenmesi mi bu birlikteliği kolaylaştırıyor? Şimdi denilecek ki, insan yaşamı söz konusu olduğunda her kesimin ortak tavır alması gerekir. Evet ama, bu iş terörist saldırılara karşı İspanyolların her kesiminin ortak miting düzenlemesine benzemiyor. Mevcut demokratikleşme girişimi, son tahlilde, Öcalan’ın hala yönettiği bir terör örgütünün siyasi taraf olarak kabul edilmesini ima ediyor.

Şimdi gelelim niçin sadece demokratikleşme üzerinden sonuç alınamayacağının ekonomik/toplumsal nedenlerine. Birincisi, bölgenin Olağanüstü Hal uygulanan illerinde çatışmaların yayıldığı 1992-97 yıllarında yoğunlaşan köy boşaltmalarının yol açtığı toplumsal sorunların, bölgeye sükunet ve huzurun geldiği 1999 yılından itibaren çözüme kavuşturulmasının başarılamamasıdır. Krizden çıkışın ikinci yılından, 2003’ten itibaren AKP bu gecikmeyi telafi etmeliydi, ancak kılını dahi kıpırdatmadı çünkü bütçe üzerindeki kontrolünü yokeden IMF programına angaje olmuştu. (Bunu şimdilerde 3 yıl daha uzatmı ş bulunuyor). Böylece, çeşitli projelerle çerçevesi çizilmiş ve anlamlı bir kırsal kalkınma modeline oturtulmuş Köye Dönüş programı na hayatiyet verilemedi, bunun gerektirdiğ i kaynaklar bütçeden ayrılamadı.

İkincisi, IMF/DB talimatlarıyla tarıma dönük desteklerin 2000 yılından bu yana azaltı lıyor olmasının ülke ve bölge için yarattığı olumsuz sonuçlardır. Üçüncüsü, bölgede büyüyen işsizlik, gecekondulaşma, kentlerde aşırı nüfusu baskısı, yatırımsızlık, yoksullaşma sorunlarına rağmen, bölge için anlamlı ölçeklerde özel istihdam programları ve özel yoksulluk önleme projeleri geliştirilememesidir. Dördüncüsü, iktidarın bölgeye ilişkin politikalarının tutarsızlığı ve ikiyüzlülüğüdür. Bölgenin teşvik edilmesi bir yana, yatırımları n bölgeden çekilmesine yol açacak tarzda teşvikli iller kapsamı sorumsuzca genişletildi. Üstelik, eğer anamuhalefet direnmeseydi, Kalkınma Ajansları Kanunu ile GAP İdaresi de 2005 sonunda tasfiye edilecekti. (İdare’nin 2007 yılında tasfiyesiyse yürürlüktedir). GAP projesinin tarıma dönük yatırımları henüz %15 düzeyindeyken tasfiye kararlarının alınması, bölge insanının dikkatinden kaçmıyor. Peki dilekçeci aydınlarımızın kaçı iktidarın samimiyetsizliğinin farkında ve bunu Başbakanın yüzüne vuracak cesarette? Bu konulardaki samimiyetsizlikler, bölgede PKK’nın devşirdiği insan sayısında artışa yol açıyor. Örgüte katılımların %40’ı 1999 sonrası nda gerçekleşiyor. Son altı yılın siyasi iktidarları nın dış güçlerin programlarına teslim olmaları yüzünden ülke ve bölge sorunlarına sahip çıkılamaması; ABD’nin Irak müdahalesiyle emperyalizmin himayesinde bir Kürt devleti kurulma sürecinin başlatılması sonucunda, bugünkü "demokratikleşme" talepleri giderek masum insan hakları ve kültürel talepler düzeyini aşan siyasi taleplere dönüşmeye başlıyor. Dilekçeci aydınlar bunun ne kadar farkında? Uluslararası ikiyüzlülük örnekleri ise, IMF/DB programlarını Türkiye’ye dayatanlardan geliyor. Son örnek, AB Komisyonu’nun, "bölgeler arası eşitsizliği birlikte ortadan kaldıralım" yaklaşımıyla Güneydoğu için bir acil eylem planı önermesi ve maddi sıkıntıları gidermek için Türkiye’ye "AB, IMF ve Dünya Bankası temsilcilerinin" de dahil olacağı bir komitenin kurulması nı teklif etmesi (Cumhuriyet, 13.8.2005). Türkiye bütçesinin borç faizi dışındaki harcamalarını sürekli budayarak büyük toplumsal çöküntülere yol açan, bölgesel farklılıkları derinleştiren dünya hegemonik güçlerinin timsah gözyaşlarının siyasi hesapları olmadığını mı düşünüyorsunuz ey aydınlar? AKP’nin, PKK’nın ve dış güçlerin siyasi hesaplarına alet olmadan yapılabilecek aydın çıkışları mutlaka vardır. Konuya haftaya devam edeceğiz.