İkaros, Giritli mimar Daidalos’un oğlu. Öyküsünü pek çoğunuz bilir. Mitolojiye göre dünyanın ilk uçan insanı. Azra Erhat’ın Mitoloji Sözlüğü’nde efsane şöyle yer alıyor:..

İkaros, Giritli mimar Daidalos’un oğlu. Öyküsünü pek çoğunuz bilir. Mitolojiye göre dünyanın ilk uçan insanı. Azra Erhat’ın Mitoloji Sözlüğü’nde efsane şöyle yer alıyor:

Daidalos ve İkaros yani baba oğul, Kral Minos’un emriyle Labyrintos’a kapatılınca, Daidalos oradan çıkma ve kaçıp kurtulma çarelerini arar.Uzun uzun çalıştıktan sonra kendisi ve oğlu için birer çift kanat  yapar ve onları balmumu ile omuzlarına yapıştırırlar. Daidalos uçmadan önce İkaros’a ne çok alçaktan uçmasını ne de fazla yükselip güneşin ışınlarına yakın gelmemesini salık verir. Ne var ki havalandıktan sonra İkaros babasının bu sözünü unutmuş, başarısından dolayı gurura kapılmış, yükseldikçe yükselmiş, güneşin yakıcılığına aldırmamış, giderek doğayı yendiğini sanmanın hazzına kapılmıştır. Ve kaçınılmaz son: Güneş Tanrı onun kanatlarını tutan balmumunu eritmiş, İkaros da tepetaklak denize düşmüş ve boğulmuş. Ege’de Sisam Adasının çevresindeki denize İkaros Denizi denmesinin nedeni de bu imiş.

O gün bu gündür insanlar kendilerine şuya da bu şekilde verilen erki yanlış kullanan, kendisini dev aynasında gören boş gurur sahiplerinin hep İkaros gibi bir gün tepetaklak gideceklerini bilirler ve uyarıda bulunurlar. Genellikle İkaros havasına girenler bu uyarılara kulak tıkar ve kaçınılmaz sona doğru yelken açarlar.  

Şöyle etrafınıza bir bakın! İçinde bulunduğunuz coğrafyada hatta yakın çevrenizde ne kadar çok ‘İkaros’ olduğunu göreceksiniz.  İş dünyasında, bilimde, sanatta, siyasette vb. pek çok alanda.  Bu gün için yükseklik sarhoşluğu ile yer yüzündeki söylemlerini unutanlar, kendilerine sunulan erki yükseldikçe daha fazla kullanmakta ve demokrasi, hak, hukuk dinlemeden kanat çırpmaktadırlar. Tıpkı yıkılmaz Babil kulelerinde bulunduklarını var sayan günümüzün siyasi liderleri gibi.

Levent Yılmaz’ın; “Güneş boşa ışıldıyorsa / gitgide soğuyorsa hayat / dil ne diye çabalıyor?” dizelerinde de dile getirdiği gibi, hayatın gitgide soğuduğu bir ortamda bu hayat sarhoşlarına, kendilerini güneşin yerine koyanlara ve etrafındaki pervanelere bu gün ne deseniz boş. 

Hele Güneşin boşa ışıldadığı günlerden geçmekte iseniz .

Çiçero,  Pompeius’u tanımlarken “Sui amantes sine rivari” der Latince.

“ Kendini rakipsiz sevenler.”

Ve Pompeius’un sonunu hepimiz biliyoruz. Yazık …

 Oysa hayat bu yükseklik sarhoşlarına ve etrafındakilere rağmen devam etmekte.

Bir yandan derin devlete şifre çözücü aranırken diğer yandan derin devletin örgütsel yenilenmeye gitmekte olduğu bu günlerde kriz bel bükmekte. Yoksulluk diz boyunu çoktan aşmış gırtlağa ulaşmış durumda. Emperyalizm ve kapitalizme kaştı pota altı mücadele bir hayli kızışmışken hep kendi dışlarında kurtarıcı arayanlar ise dışarıdan bir vahiy bir üçlük beklemekteler. Oysa değişim ve dönüşüm denen şeyin önce insanın kendi içinde olması gerekmez mi?  İnsanın kendi içinde ve yakın çevresinde küçük küçük devrimler yapmadan İkaros misali dünyaya tepeden bakması, kurtarıcılığa soyunması olası mı?  Kendi içlerinde birlik ve beraberlik sorununu çözememiş olanların ülke solunu toparlamaya soyunması, akıl hocalığına soyunması anlamlı mı?

Sorun özgüven sorunudur. Eğer özgüven sahibi değilseniz “değişim ancak içeriden açılan kapıdır.” söylemini bir kenara bırakıp iradenizi kapıyı dışarıdan ilk açana teslim etmeye hazırsınız demektir. Tıpkı Avrupa Birliği’ni demokratik açınımı için çare görmek gibi. Tıpkı AKP’den demokratik açınım beklemek gibi. Tıpkı Çatı misali patch work yapılanmalardan gelecek umut etmek gibi.

Başkasının öyküsünde yol almayı amaçlayıp, daha dün su içtiği kuyuya tükürenlere gelince; susayınca kuyuya inmesine inmeli, ama nasıl çıkılacağını da bilmelidirler. Fransızca’da “fin” sözcüğü tek başına kullanıldığında  “amaç” ve “son” gibi,  iki anlam içerir. Yanlış kullanıldığında amaç bellediğiniz son da olabilir.

Diğer yandan menekşe ile kaktüsün aynı saksıda yetişmeyeceği de yaşanarak görülmüştür. Ama birinin salonun gölgeli yanında, diğerinin ise pencere önünde olması mekana görsel zenginlik katacağı da kabul görebilir.

Denebilir ki, bir “tabula rasa” anındayız.

Bu geçmişi sıfırlamak, ondan kurtulmak anlamına gelmez. Aksine an, geçmişin birikimlerini ret etmeden yeniyi inşa etmenin başlangıç noktasıdır.