ÖDP Genel Başkanı Hayri Kozanoğlu, Birgün'deki yazısında, dün

ÖDP Genel Başkanı Hayri Kozanoğlu, Birgün'deki yazısında, dünyadan da örnekler vererek, birarada yaşamayı becerememenin ne tür toplumsal felaketlere yol açabileceğine işaret etti. "Birarada yaşama" çağrısının "birarada yaşamakla sınırlı" bir eylemi öngörmediğini, bir başka dünya için "birlikte mücadele ufku"nu da içermesi gerektiğini vurguladı.

Sn. Kozanoğlu'nun işaret ettiği tehlikeyi bir kez daha vurgulamakta yarar var: "Türkiye'de ise solun, gerek iktisadi, gerekse de kültürel anlamda 'ötekileştirilen' geniş kesimlerin yaşadığı 'öteki Türkiye'ye nüfuz edemediği ortada. Oralarda şeriatçılar, milliyetçiler, mezhepçiler pusulasız kalan, umutsuzluğa kapılan, kendine sığınacak bir dal arayan çaresiz insanları mühimmat deposu gibi kullanıyor. Bölen, parçalayan, varlığı düşman yaratmaya dayanan zihniyetler yoksulları göğüs göğüse getirmekten kaygılanmıyor. Gazi olaylarından, bazı 1 Mayıs'lardan, yılbaşlarında Taksim'den, en son Diyarbakır'dan yoksulların gazabının potansiyel gücünü herkes biliyor. Ama en tehlikelisi, yoksulların birbirinin kurdu haline gelmesi, birbirlerini kırması olur."

Yoksulların birbirlerini kırması gibi bir tehlike varsa, buna izin vermeyecek adımları atmak her şeyden önce bir insanlık görevi. Yoksulların, bu ülkenin bin yıllardır birlikte yaşamış yurttaşlarının, birbirlerinin gırtlağına sarılmadan, farklılıklarını zenginlik sayan bir bilinçle, birbirleriyle konuşup birbirlerini dinleyerek yaşamasını istemek, onların karnı tok sırtı pek yurttaşlar olarak yaşamasını istemekten ayrılabilir bir talep değil.

Sanırım, işin sırrı birlikte yaşadığınız insanları umursamaktan geçiyor. "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" gibi bir erdem ifadesini, sağa terk edilmiş içi boş bir slogana dönüştüren toplumsal çözülmenin acılarını çekiyoruz. Birarada yaşayabilmemiz, biraz da, başkalarını umursayan, kendisinden başkalarının acılarını da hissedebilen ve o acıları yok etmek için bir dayanışma eli uzatan yüksek bir ahlak anlayışının, "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler"ci "ahlak" anlayışına galip gelmesine bağlı.

Birarada yaşamaya giden yolun taşları, birarada yaşayacakların karşılıklı olarak öykülerini birbirlerine anlatabilmeleriyle, birbirlerini dinlemeleriyle döşenecek. Türk, köyü boşaltılıp kocaman kentler içinde hiçliğe salınan bir Kürt'ün öyküsünü dinleyecek. Kürt, davul zuma ile askere giden gencecik bir Türk delikanlısının bayrağa sarılı tabutla dönüşünü düşünecek. Her şeyden önce, birlikte yaşayacaklar birbirlerine öykülerini anlatabilmenin yollarını bulacak. Sinema, tiyatro, şiir, ve diğer dalları sanatın, birarada yaşayacakları birbirine anlatmak için didinecek.

Biraz hissedebilirsek hemen yanıbaşımız-dakilerin acısını, biraz umursarsak onları, birarada yaşanası bir ülkeyi de kurabileceğiz belki. Birbirimizi kırmadan birarada yaşamayı becerebilirsek, sonra eşitlikçi, özgürlükçü, yoksulluğun değil zenginliğin paylaşıldığı bir ülkeye doğru da yürüyebileceğiz birlikte.

Birarada yaşamayı becerebildiğimiz ülke, asla F Tiplerinde insanların birer birer öldüğü ve dışardakilerin umrunda olmadığı bir ülke olmayacak. Bir F Tipi cezaevinde mahpusluğunun 14. yılını yaşayan ODTÜ'lü "Cezaevinde yeni bir şey yok" diye mektuplar göndermeyecek dışarıya.

"... Garip garip uygulamalarla uğraşıyoruz işte. Geçende yurtdışında bir yabancıya İngilizce bir mektup yazmaya kalktım, mektubu göndermediler. Gerekçesi; 'Türkçe olmadığı için içeriğini denetleyenleyiz'. 'İyi o zaman* dedim, 'Türkçesini de çevirip vereyim'. 'Tamam, o zaman Türkçesini postalarız ama İn-gilizcesini postalayamayız' dediler. İşe bak, karşı taraf Türkçe bilmiyor ki, Türkçe mektubu ne yapsın!.." diyen mektuplar almayacağız, içeride birer birer ölenlerden.

Birarada yaşamayı becerebilirsek, "nasırını da konuşacağız kuşkusuz. Ama becere-mezsek eğer, sadece birbirimizi kıracağız ve belki hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz; ölü Kürt'le ölü bir Türk arasında, ölü bir "öteki" ile ölü bir "biz" arasında hiçbir fark kalmadığını!