Geçtiğimiz hafta Hong Kong'ta bulunduğum için Cuma yazısını gazeteye ulaştıramadım. Bilmem, ekonomiye biraz ağırlık vererek gezip gördüklerimi anlatınca kendimi affettirebilir miyim?

Geçtiğimiz hafta Hong Kong'ta bulunduğum için Cuma yazısını gazeteye ulaştıramadım. Bilmem, ekonomiye biraz ağırlık vererek gezip gördüklerimi anlatınca kendimi affettirebilir miyim?

Hong Kong 1997 1 Temmuz'undan bu yana Çin egemenliğine devrolunmuş. Özel Yönetim Bölgesi (SAR) adıyla "tek ülke iki sistem" ilkesine göre yönetiliyor. Bunun anlamı; dış politika ve savunmada tamamen Pekin'e bağlı iken, diğer konularda özerkliğini korumak, özellikle ekonomide serbest piyasa sistemini sürdürmek. Zaten Hong Kong'un yakın tarihteki misyonu Çin'in Batı'ya açılan kapısı olmasıydı. Başta ABD, Batı'nın kapitalistleri de Çin'e ihracatlarını Hong Kong üzerinden gerçekleştiriyorlardı. "Bambu Şebekeleri" denilen dünyanın her yerindeki Çin etnik kökenlilerin anakarayla kurduğu ekonomik ilişkilerin bir ayağında da hep Hong Kong vardı. Bu sayede Hong Kong kişi başına gelirde dünya sıralamasının tepelerine kadar yükseldi.

Bugün artık Çin DTÖ'nün bir üyesi. Bu nedenle Hong Kong bir kimlik bunalımı yaşıyor. Gerçi Çin'in dünya pazarlarına yönelik yaptığı üretimin %40'a yakını Hong Kong'un yanı başındaki Guandong bölgesinde gerçekleştiriliyor. Hala bu ihracat büyük ölçüde Hong Kong limanından geçiyor. Ama bundan böyle bölgenin yükselen yıldızı Şenzen kentinin rekabetini ensesinde hissedecek.

Hong Kong'un ihracatı 200 milyar dolar civarında. Bunun re-eksport dışında kalan kısmı ancak 20 milyar dolar. Ama re-eksportların liman, geçiş, konteynır hizmetlerinden Hong Kong'a bıraktığı geliri küçük de olsa kâr marjlarına eklerseniz, 7 milyonluk bir ülkede neden gelirin 25 bin dolar civarında seyrettiğini anlarsınız.

Hong Kong ekonomisinin %80'ini hizmetler sektörü oluşturuyor. Hong Kong'un dünya finans merkezleri arasında yer aldığı herkesin malumu. Ayrıca dünya müşterek bahisçiliğinin de önemi biliniyor. Tüm Asya'nın yeme içme ve alışveriş cenneti kabul ediliyor. Geçmişte daha çok batılı turistleri ve Güneydoğu Asyalı zenginleri ağırlarken, bugün Anakara'dan, özellikle Guandong bölgesinden cebi biraz para görenler için cazibesini koruyor.

İmalat sanayiinin payı azala azala %6.8'e kadar gerilemiş. Hükümetin ekonomideki ağırlığı ise, %6. Hong Kong bu nedenlerle serbest piyasacıların gözdesi bir ülke ola geldi. Özellikle şirket kârlarının ve ücretlerin %15 civarında vergilendirilmesi Hong Kong'u yatırımlar için çekici kıldı. Buna karşın faiz, temettü ve sermaye kazançlarından hiç vergi alınmıyor. Gayrimenkul kazançları, otel ücretleri ise ciddi vergilere tabi. Hong Kong küçük bir ada ülkesi, bir anlamda antrepo işlevli bir yer olduğu için, bu örneği başka ülkelerde tekrarlamak mümkün değil. İllâki bir karşılaştırma gerekiyorsa; Türkiye'de vergi gelirlerinin %70'ini büyük ölçüde emekçilerin ödediği dolaylı vergiler oluşturuyor. Halbuki Hong Kong'ta KDV, Satış Vergisi gibi bu tür vergiler yok. Bizdeki gibi vergi istisnaları, indirimleri gibi kaçış mekanizmaları da bulunmuyor. Üstelik Hong Kong'ta sağlık ve eğitim hizmetleri tamamen kamusal olmayı sürdürüyor. Daha bitmedi, nüfusun %50'si ya hükümete ait konutlarda oturuyor, ya da konut subvansiyonundan yararlanıyor. Bizdeki liberaller "son sosyalist ülkeyiz" sakızını çiğnemeye dursunlar, bu gidişle piyasacılıkta Hong Kong'a nal toplatabiliriz!

 

FRIEDMAN'IN BÜYÜK HAYAL KIRIKLIĞI

Asya krizi öncesine kadar Milton Friedman'a dünyada en beğendiği ekonominin ABD mi olduğu sorulduğunda, "hayır Hong Kong" derdi. Hong Kong ekonomisi 1983'ten bugüne kadar 1 ABD doları=7.8 Hong Kong doları olmak üzere para kuruluyla yönetiliyor. Yani kur sabit kalıyor, merkez bankası bu kurdan isteyene istediği kadar yerel para ve dolar vermeyi taahhüt ediyor. Asya krizi sırasında Hong Kong spekülatörlerin merkez üssü haline geldi. Çünkü oldukça büyük bir borsası vardı ve büyük vurgunlar vurmak mümkündü. Spekülatörler işe hisseleri açığa satmakla başlıyorlar. Yani hisseleri ödünç alıp nakite çeviriyorlar. Sonra da ellerindeki parayla ABD dolarına geçip yerel para üzerinde dayanılmaz bir baskı oluşturmaya çalışıyorlar. Bu durumda merkez bankasının önünde iki yol kalıyor: Ya devalüasyon yapacak, böylelikle elinde dolar bulunan spekülatörler bunu Hong Kong dolarına çevirerek açığa sattıkları hisseleri geri alıp büyük bir vurgun vurmuş olacaklar; ya da Hong Kong dolarını çekici kılmak için faizleri hızla yukarı çekecekler, borsa çakılacak; gene aynı yöntemle spekülatörler kötü emellerine ulaşacaklar. Bir anlamda spekülatörler "domuz bağı" ile milyarlarca

dolar kârı garanti altına almış görünüyorlar. İşte tam bu sırada beklenmeyen bir gelişme oluyor. Hükümet merkez bankasında biriken likiditeyle borsada alıma başlıyor, bir anda borsa müthiş bir çıkışa geçiyor. Spekülatörler faka basıyor, ucuza sattıkları hisseleri mecburen pahalıdan alıp, büyük bir zararla karşılıyorlar.

Hükümetin bu müdahalesiyle hayal kırıklığına uğrayan Milton Friedman da Hong Kong'u defterden siliyor. Bir an için Mao Zedung'un, "bırakalım geçmiş bugüne hizmet etsin, yabancılar da Çin'e" sözü serbest piyasa tanrılarına galebe çalıyor.