Bir Mayıs 2009 günü emekçiler, Taksim Meydanı’na çıkmak için uğraş verirken, devletin tepesinde kapalı kapılar...

Bir Mayıs 2009 günü emekçiler, Taksim Meydanı’na çıkmak için uğraş verirken, devletin tepesinde kapalı kapılar ardında yoğun bir çalışma vardı. İstanbul’da meydanlar boşalır boşalmaz, Ankara, bu kez TV ekranları yoluyla meydana çıktı. İşçi sınıfı, kolektif hakları uğruna yol alırken, Ankara’da kişisel ikili iktidar pekişiyordu. Gerçi, emekçilerin özgürlük mücadelesi, vali ve emniyet müdüründe somutlaşan hükümetin gücünü “makul” şekilde törpüledi; buna karşılık, Başbakan ve Cumhurbaşkanı (CB), hükümeti dağıttı ve yeniden kurdu, “révision” adı altında.

‘ABESLE İŞTİGAL EDEN GAZETECİ’
Başbakan yeni Bakanlar Kurulu’nu açıkladıktan sonra bir gazeteci, güvenoyuna başvurup vurmayacağını sordu. Başbakan ise, gazeteciyi, “abesle iştigal etmek”le tersledi. AKP için böyle bir sorunun bulunmadığını  ekledi.
Başbakan’ın, hükümetle partiyi bütünleştirmesi bir yana, söylediği doğru: güvenoyu sorunu yoktu. AKP’li TBMM üyelerinin çok büyük kısmı, zaten “yeni hükümet”e güvenoyu verirdi.
Ama, acaba gazetecinin sorusu gereksiz mi? 8 bakanı -başkanlarının deyimiyle- “kapı dışına koyan”, 9 yeni bakanı atayan, 26 bakanlık üzerinden 15’ini yenileyen operasyon, yalnızca basit bir kabine revizyonu olarak nitelenebilir mi?

‘GÖREVLERİNE SON VERİL’EN BAKANLAR
Hükümeti yenilemenin adı kabine revizyonu olunca, görevden alınan bakanlar için de, “kabine dışında kalanlar” nitelemesi, - yanlış olsa da- tutmadı değil.
Yanlış; çünkü, kabine dışında, hükümet yenilenirse kalınır. Bu da  istifa veya düşürülme sonucu olur.
Oysa, mevcut hükümette bakanların değiştirilmesi, Anayasa’ya göre, “Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca görevlerine son veril”mesi (m. 109) demek.
Görevden alınan 8 bakanın yerine devşirilen 9 yeni bakan ise, yine aynı maddeye göre, “Başbakanca seçilmiş ve Cumhurbaşkanınca atanmış”.
Yeni atananlar ve görevde kalanlar arasında 15 bakanın yer değiştirmesi ise, yine CB ve Başbakan’ın ortak iradesini yansıtıyor gibi; ne var ki,  böyle bir işlemin anayasal dayanağı tartışma götürür.
YENİ BAKANLAR KURULU MU?
Bu nedenle, Bakanlar Kurulu başkanı ve Devlet Başkanının ortak iradesi, -anayasal ve anayasal olmayan unsurlarıyla- aslında Bakanlar Kurulu’nu yenileme işleminden başkası değil.
?u sorulabilir: Başbakan istifa edip, yeni 61. Hükümeti kursaydı, yine iki kişinin iradesi belirleyici olmayacak mıydı? Kuşkusuz öyle ama, bu kez TBMM “göreve başlama ve güvenoyu” (m. 110) mekanizmasıyla devreye girecek, hükümet programı Meclis’te okunup tartışılacaktı. Sonuçta yine güvenoyu alacaktı, ama halkın temsilcileri, bu vesileyle Bakanlar Kurulu’nu büyük ölçüde yenilemenin nedenleri ve yeni hükümetin hedefleri ışığında ülke sorunlarını gözden geçirme olanağı bulacaktı.
Zira, bilindiği gibi, tartışma ve güvenoyu, parlamenter rejimin niteliği; “müzakereci demokrasi” de, çağdaş yönetimin belirgin özelliğidir.

REJİM DEĞİŞİKLİĞİ Mİ?
1876’da Meclis’in ilk kez kuruluşundan 1961’e kadar anayasal ve siyasal gelişmeler, parlamenter rejimi aşamalı bir biçimde kurdu. 1971’de başlayıp 1982 Anayasası ile gelen, Yürütme’yi güçlendirme yönündeki ters dalga, siyasal rejimin niteliğine ilişkin tartışmayı da alevlendirmişti. Bir görüşe göre, Yürütmenin öne çıkan konumuna rağmen,  parlamenter rejim korunmuştu. İkinci görüş ise, 1982 yapılanmasını başkancı bir otoriter rejime benzetiyordu.
Yeni düzeni nitelemek için, Evren döneminin geride kalmasını beklemek ve uygulamayı izlemek gerekliydi. Gerçi, otoriter rol daha çok CB Evren’e atfedildi ise de, yarı-başkanlık vurgusu  CB Özal’a ait.
Nitekim, CB’nin halk tarafından seçilmesini sağlayacak 2007 değişikliğini, “sivil” söylemi eksik etmeyen muhafazakâr cenah kotardı. Bu kez, yeni rejimi nitelemek için, 2012 (veya en geç 2014) sonrası dönemi beklerken, 1 Mayıs 2009 “kabine revizyonu” önemli bir dönüm noktası oluşturdu. Revizyon adı ile Bakanlar Kurulu’nun yenilenmesi, yarı-başkanlık eğilimini yansıtsa da, 1982’nin bile sınırlarını aştı.
Bu müdahale, öne alınmış bir süreci çağrıştırmıyor değil. Halkoyu ile seçileceği için CB’nin anayasal konumu daha güçlenecek. Bu durumda, aynı siyasal kanatta yer alan bir başbakanla dayanışması, otoriter eğilimi; farklı kanatlarda olması (cohabitation) ise, çatışmaları kamçılayabilecek.
Özetle, 61’in tepe noktasını oluşturduğu çan eğrisinde 1876’ya doğru iniş, tehlikeli belirsizliklere gebe. Bu nedenle  parlamenter rejime geri dönüş, anayasal ve siyasal evrim sürecini ilerletme anlamını da taşıyabilir.