Genç senarist dosyaları masaya koydu. Karşısındaki adam, elindeki uzun purosu, plateletten bile zengin plazması ve özenle doğallaştırılmış sahte dişleriyle patron klişesinin ta kendisiydi. Senarist bir an endişeyle bocaladıktan sonra ilk dosyayı aldı:

“Elimde üç hikaye var efendim. Bence üçü de başarılı diziler olur ve rating’in tavanına vururuz. İlk hikayemin adı “Altın Neslin İzinde”... Konu şu: Bir tarikat lideri vardır, bu adam iktidarı ele geçirmek için ant içer. Amacı altın bir nesil yetiştirmek ve kaleyi içten fethetmektir. Bu sırada...”

“Geç bunu, yaramaz...” dedi patron purosunun ucunu makasıyla sünnet ederken. Senarist afalladı ama hemen pes etmek de istemedi. “Bakın efendim, böyle birkaç cümleyle anlatılacak şey değil, biliyorum. Üzerinde titizlikle çalışılmış bir senaryo bu, tüm alt gerilimleri veriyor, mekan tanımları sağlam, izleyicinin mutlu hissetmesini sağlayacak moral karakterler ve kahramanlar var.”

Patron ters ters bakınca senarist sustu. Bu odadan kovulan ve sonra beş parasız kalan birkaç kişi tanıyordu. Israrla inzar arasındaki dengeyi bozmamalıydı. Patron senaristin düşen suratına acımış olacak ki, biraz toplamaya çalıştı:

“Oğlum bu hikayeden dizi olmaz, sinema filmi olur. Dizi dinamiği yok içinde. Altın nesil filan bu işe ihanet eder. Her şeyi hızlandırmak için saçmalarlar, saçmalayınca da birbirlerine düşerler. Hızlanma arzuları çıkış felsefesiyle değil iktidar hırsı ve voliyi daha rahatça vurmakla ilgilidir. İç düşman dış düşmanı aşar ve bu durumda dizi izleyicisi afallar. Bu dereden Baba gibi epik film çıkar ama dizi film çıkmaz. Dizi mantığına aykırı bu... İkinci senaryoyu söyle.”

Senarist patronun açıklama getirmesiyle bir nebze teselli olup devam etti:

“Şeyy... İkinci senaryo iki kardeş arasında geçiyor. Bunlardan birisi ailenin sevdiği ve koruduğu kardeş, öteki ise hep geri plana atılıyor, hep haksızlığa uğruyor. Sonunda ezilen kardeş isyan çıkartıyor.”

“Hımm, bu Kuzey ve Güney gibi olmuş.”

“Bu nedenle biz adını Batı ve Doğu koyduk. Telif sorunu filan olmasın diye... Kardeşler arası bir gerilim.”

“Bak bu dizi tutar işte. Aferin. Neden tutar? Çünkü sürekli gerilim hali var. Dizi demek çatışmayı sürekli kılmak demektir. İlk hikayede sürekli çatışma yoktu, içe kapanma vardı. Burada ise varlığı birbirine düşmanlıkla oluşacak iki güç var. Bu düşmanlık kendini üreten türden bir düşmanlık. Aferin sana.”

“Sağolun efendim.”

“Buradan ne alt hikayeler türetilir. Biraz büyük düşünelim. İki kardeş birer çete yaratırlar ve her bölüm birbirlerini öldürürler. Cinayetler hiç bitmediği için ilgi de bitmez. İzleyiciler sürekli taraf olmaya zorlanır. ‘Niye taraf olayım kardeşim, bu kavga baştan sona saçmalık’ diyenler, zamanla azınlıkta kalır, hatta küçümsenir. O taraf mısın, bu taraf mı? Geriye sadece bu soru kalır.”

“Biz de aynen böyle düşünmüştük efendim. Her iki tarafta da bunu durdurmak isteyen moral karakterler olacak, kavganın kökenlerine inmek isteyenler filan... Bu karakterleri ara ara öldüreceğiz. Dizi gitgide tekinsiz bir hal alacak, at izi, it izi dizi dizi karışacak.”

“Boktan kafiyelere başladığına göre keyfin yerine geldi. Kerata seni. Ben kerataları severim, seni de bu nedenle seviyorum. Büyüyünce iyi bir dizi senaristi olacaksın. Bir öneri: Sadece moral rollerdeki oyuncularını öldürmek yetmez. Kanı daha fazla akıtmak gerek.”

“Elbette efendim, haklısınız. Figüranları saymıyorum bile, her hafta onlarca figüran öldüreceğiz, bombayla, füzeyle, molotofla, insansız uçaklarla. Bu zaten önemsiz bir ayrıntı. Esas önemli olan meselenin ülke meselesi haline gelmesi. Sokakta, dağda, bayırda hep bu dizi konuşuldu mu, voliyi vuracağız efendim.”

“İyi dizi iyi para. İştahım kabardı. Yalnız sakın ha esas karakterleri öldüreyim filan demeyin. Onlar bize hep lazım. Ana karakterler giderse hikaye düşer. Onlar iyisiyle, kötüsüyle hep yaşasınlar. Figüranların sürüsüne bereket nasılsa, dilediğin kadar öldür. Savaşlarda hep garibanlar ölür, dünyanın kuralına karşı çıkılmaz.”

“Gebersinler hepsi... Hah hah... Yani dizi senaryosu yazmasak, kendimi yetmişlerin toplumsal içerikli filmlerinde hissedeceğim efendim. Kötülük beni tahrik ediyor, affedersiniz.”

Patron ve senarist bir süre daha gülüp, bu senaryodan kazanacakları gücü ve itibarı hayal ettiler. Senarist Cihangir’de bodrum kattan deniz gören bir kata taşınabilir, Firuzağa Cami Kahvesi’nden White Mill’e terfi edebilirdi. Patron da boğaz kıyısındaki o kelepir yalıyı alabilir, zamane kızlarının pek sevdiği Loft tarzı binalardan birkaç daire daha kiralayabilirdi. Neden sonra akıllarına üçüncü hikaye geldi.

“Son senaryo devrimciler hakkında.” dedi senarist.

“Ne yapacak devrimciler?” diye sordu patron.

“Haftada bir Taksim’de toplanacaklar ve kendi sayılarından iki kat fazla gazeteci ve beş kat fazla polisin ortasında bildiri okuyacaklar. Bildiri sonrası da İmam Adnan Sokak’a kafa çekmeye gidecekler.” dedi.

Patron güldü. “Lan oğlum böyle dizi mi olur? Kim izler bunu? Zaten devrimin dizisi olmaz. Devrim televizyonda olmaz. Böyle eski bir şarkı vardı ama kim takar eski şarkıları? Evin deniz görüyor mu kerata, sen bana ondan haber var.”