Geçen hafta s

Geçen hafta sözünü ettiğimiz Etki Raporu (ER)'na ilişkin değerlendirmemize bu hafta da devam ediyoruz.
Rapor, " Türkiye'ye yabancı sermaye akacak" diyor. Ne tesadüftür ki, benzeri bir iddia Türkiye GB'ne girerken de seslendirilmişti. Ancak bu beklentiler gerçekleşmedi. Şimdi bu umut yeniden "tarih alındığında yabancı sermaye Türkiye'ye akacak" gerekçesiyle tazelenmeye çalışılıyor. Ancak geçmişten deneyim kazanılmış olmalı ki, Rapor bir uyarı yapmaktan kendini alamıyor; KİT'lerin özelleştirilmesinde ve müktesebatın uygulanmasında mesafe alınmasını salık veriyor. Yani, Türkiye'nin daha çok yapısal düzenlemeler yapması gerektiğine işaret ediliyor. Bu yapısal düzenlemelere ise, bilindiği gibi IMF-DB patentli stand-by anlaşması çerçevesinde şekil veriliyor. Başta çalışanlar olmak üzere geniş halk yığınlarının kazanılmış haklarına saldırı niteliğindeki bu programın yaşama geçirilmesi, sadece IMF-DB ile yapılacak stand-by anlaşması görüşmelerinin değil AB ile üyelik müzakerelerinin de konusu.
AB, hem daha önce sözünü ettiğimiz diğer iki belgede hem de bu belgede ülkemizde uygulanmakta olan bu IMF-DB patentli programdan şu ana kadar taviz vermeyen hükümetten övgüyle bahsediyor. Kopenhag Kriterleri'nin "Ekonomik Kriterler" başlığında öngörülen düzenlemeler, Ulusal Program, İlerleme Raporları'nın ekonominin yönlendirilmesine ilişkin çabaları ve Aralık başında açıklanan Katılım Öncesi Ekonomik Program(KEP) incelendiğinde; AB ve IMF-DB talepleri arasında hiçbir fark olmadığı rahatlıkla tespit edilebilir. Hatırlanacaktır, bu tür bir tespiti daha önceki bir yazımızda yapmıştık.
Hükümet bu övgüye layık bir şekilde geçmişte 57. Hükümetin "15 günde 15 yasa çıkarması" örneğindeki gibi çok hızlı hareket etmektedir. Bir taraftan sosyal güvenlik, vergi idaresinin yeniden yapılandırılması gibi alanlarda istenilen yasal düzenlemeler için hazırlanılır iken, öte yanda özelleştirmelerin hızlandırılması için büyük bir çabaya girişilmektedir.
Ancak Rapor, daha gerçekçi bir beklentiyle esas yabancı sermayenin katılım sonrasında akacağına işaret etmektedir. Rapor'a göre "AB yapısal Fonlar ve Uyum Fonlarından fiziksel ve beşeri sermayeye yapılan harcamalar özel yatırım koşullarını iyileştirecektir. Türkiye'ye daha fazla ve gittikçe artan oranda giren doğrudan yabancı yatırımlar, sermaye birikimini artıracak, aynı zamanda sermaye stokunu yenileyecek ve büyüme potansiyelinin artmasının temel bileşeni olan teknoloji transferini mümkün kılacaktır"(s.14).

YABANCI SERMAYE BOŞ BİR HAYAL
İyi de tüm bunlar ancak 10-15 yıl sonra (hiçbir pürüz çıkmasa bile Türkiye'nin ancak bu kadarlık bir süre sonunda üyeliğinin gerçekleşmesi bekleniyor) gündeme gelebilecek olumlu şeyler. Aradan geçen sürede fiziksel ve beşeri sermayede uzun süreden bu yana devam etmekte olan erozyon nasıl durdurulacak? O arada kim öle kim kala; fiziki ve beşeri sermaye kalabilecekmidir ki, Türkiye üyelik sonrası gelebilecek fonlara bel bağlayabilsin. 2004 yılı KEP'e göre, 2001-2003 döneminde sermaye birikiminin büyümeye katkısı yüzde 87.3 olmuştur. 2004-2007 dönemi için öngörülen katkı ise yüzde 31.1'e gerilemektedir. 2007 sonrasında üç yıllık stand-by'lara devam edildiğinde, hiç kuşkusuz sermaye birikiminin büyümeye katkısı daha da azalacaktır. Benzer şekilde, beşeri sermaye de erozyona uğramaktadır. Yaptığımız "Cumhuriyetten Günümüze Bütçeler" başlıklı bir araştırmaya göre, 1992 yılında eğitim ve sağlık harcamalarının bütçe içindeki payları sırasıyla yüzde 19.7 ve 4.7 iken bu paylar 2003 yılında yüzde 9.2 ve 2.4'e gerilemiştir(s.52). Kaldı ki, bu paylara yatırım dışındaki bütün kalemler dahildir. Sadece yatırım açısından bakıldığında erozyonun boyutu daha da vahim bir noktaya ulaşmaktadır.
Beşeri sermayedeki bu kanama durdurulamazsa, Raporun öngördüğü büyüme ve dolayısıyla getireceği zenginlikler bir hayal olmadan öteye geçemeyecektir. Şurası açıktır ki, üç yıllık stand-by'lara devam edildiğinde (anlaşılıyor ki, öyle olacağı gözüküyor ve AB tarafından da destekleniyor) faiz dışı fazla (FDF) uğruna beşeri sermayedeki erozyon devam edecektir.
Aslında bu sorunun çözümü yok değil; servet stoku üzerine getirilecek bir ek vergi aracılığıyla finanse edilecek sosyal hizmet yatırımlarının uygulanmakta olan mevcut IMF-DB patentli programa görece uzun dönemde daha büyük bir ortalama büyüme sağlayabileceği açıktır. Nitekim, bunun mümkün olabileceği E.Voyvoda ve E.Yeldan'ın "Türkiye ekonomisi için kriz sonrası alternatif uyum stratejileri" başlıklı çalışmasında gösterilmektedir. Ayrıca şurası unutulmamalıdır ki, bir ülkenin kalkınması yabancı sermaye yatırımlarıyla gerçekleşemez. Dünyanın hiçbir yerinde de kalkınma yabancı sermaye ile olmamıştır. Yabancı sermaye, yerli sermaye yatırım yapıyorsa o ülkeye gelmiştir; ama ülkenin içinde böyle bir dinamik yoksa, yabancı sermaye "sizi kurtarmaya geliyorum" diye gemilere binip gelmez. Ünlü iktisatçımız Danny Rodrik'in deyimiyle "yabancı sermayeye hoş geldin partileri" düzenleyerek yabancı sermayenin geleceğini beklemek boş bir hayalden başka bir şey değildir. Ayrıca şurası bir gerçek ki, her büyüme otomatikman istihdam artışına yol açmıyor. Kendi deneyimimizden de biliyoruz ki,son krizden sonraki süreçte yüzde 5'lik büyümeye karşın, istihdamda artış yerine azalış gerçekleşmiştir.
Burada şu itiraz gelebilir; Türkiye sıcak paraya dayalı olarak büyüdü, büyüme yabancı sermaye yatırımlarına dayalı olsaydı istihdam artabilirdi. Doğrudur, sıcak paraya dayalı büyümede gerçekten istihdam azalabilmektedir. Türkiye'de de böyle bir süreç yaşanmıştır ve hala da yaşanmaya devam etmektedir. Ancak ilginçtir, bugün AB üyesi olan birçok ülke geçmişte müzakere sürecinde çok fazla miktarda yabancı sermaye almasına rağmen işsizliğin artmasıyla karşı karşıya gelmiştir. Uğur Konuk tarafından yapılan bir çalışmada Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Slovakya ve müzakere sürecini yeni tamamlamış olan Bulgaristan ve Romanya örnek alınarak müzakere sürecinin bu ülkelerin makro ekonomik büyüklüklerini nasıl etkilediği araştırılmaktadır. Araştırmada, yabancı sermaye yatırımı yapılmasına rağmen bu ülkelerin çoğunda müzakere sürecinde işsizliğin artışına tanık olunduğu gösterilmektedir. Dolayısıyla, " yabancı sermaye gelecek ve beraberinde büyüme ve istihdam artacak" öngörüsü ihtiyatla karşılanmalıdır.
Rapor'da ekonomik boyutla ilgili başka konular da var. İsterseniz, bunların değerlendirmesini gelecek yazıya bırakalım.