İktidar, bilindiği gibi, toplum üzerindeki kontrolünü iki temel yöntemle gerçe

İktidar, bilindiği gibi, toplum üzerindeki kontrolünü iki temel yöntemle gerçekleştirir: 'Baskı' ve 'rıza'. İlkinde kaba ve çıplak şiddet ile her an şiddete maruz kalma tehditi, ikincisinde ise varolan iktidar ilişkilerinin 'doğal' ve 'ebedi' olduğu fikrinin içselleştirilmesinin yönetenlerin başlıca dayanağı olduğunu söyleyebiliriz.

Tarihsel koşullara bağlı olarak, her iki yöntemin birarada uygulandığı genel kabul görmekle birlikte, siyaset bilimcilere göre, modernleşme ve liberal demokrasilerin kökleşmesi 'rıza' unsurunu öne çıkarmıştır; 'rıza' dolayımıyla hegemonya tesis etmenin öncelikli araçları ise ideolojik ve kültürel kurumlardır.

Sosyal bilimcileri ziyadesiyle meşgul eden bu konuyla ilgili geniş bir teorik literatürün varlığından söz etmeye bile gerek yok. Lakin, meselenin bir de edebi vechesi var. 'Baskı' ve 'rıza' ikileminden yola çıkarak kurulmuş farklı gelecek tahayyülleri... Bunların en bilinenleri de, Neil Postman'ın "Televizyon: Öldüren Eğlence" (Ayrıntı Yayınları) isimli kitabında derinlemesine mukayese ettiği, George Orwell'in "1984" ve Aldous Huxley'in "Cesur Yeni Dünya"sı.

 

İKİ FARKLI 'ÜTOPYA'

Adını geride bıraktığımız bir tarihten alması itibarıyla hemen herkesin bildiği "1984", yazıldığı dönemde geleceğe ilişkin uğursuz bir kehanetti. Orwell'in romanında, toplumsal hayat, 'Büyük Birader'in kesin gözetimi altında, dünyanın bir tür hapishaneye dönüştüğü, nefes alınması zor bir baskı ortamı olarak tahayyül edilmiştir.

Huxley'in "Cesur Yeni Dünya"sında ise, 'hapishane' insanların kendi kafasında inşa edilir. Bunun için baskıya da gerek kalmamıştır. 'Saçma'nın yegane eğlenme biçimi, halkın ise sadece eğlenen ve izleyen bir kütle haline geldiği bu 'rıza' dünyasında, bilinç bir umursamazlık denizinde boğulup gider.

Postman'ın deyişiyle, "Orwell kitapları yasaklayacak olanlardan korkuyordu. Huxley'in korkusu ise kitapları yasaklamaya gerek duyulmayacağı, çünkü artık kitap okumak isteyecek kimsenin kalmayacağı şeklindeydi." (Önceki gün gazetelerde Milli Eğitim Bakanı'nın açıkladığı bazı rakamları hatırlatmadan edemeyeceğim. Sonsuz bir eğlenme açlığı içinde olduğunu bildiğimiz ABD'de düzenli kitap okuma oranı yüzde 12 iken, bu oran Türkiye'de 10 binde 1. Buna geçen hafta da sözünü ettiğimiz, günde ortalama 4 saat ile televizyon izlemede dünya birinciliğini ele geçirdiğimiz bilgisini de ekleyin. Söyleyecek bir şey var mı?)

Uzatmayalım... Neil Postman, Huxley'in kehanetinin, yani toplumun kamusal sorunlarla ilgisinin küçük bir bebeğin ilgi düzeyine çekildiği, içeriksiz bir kıkırdaşma dünyasının gerçeğe dönüştüğünü söyler. Hele ki, Orwell'in kabusuyla mukayese edildiğinde, '1984 tehlikesi'nin esasen savuşturulduğunu, asıl başa çıkılması gereken tehditin, teknoloji tarafından beslenen pasif izleme kültürü olduğunu iddia eder.

 

HUXLEY HAKLI MI ÇIKTI?

İlk bakışta, etkileyici bir değerlendirme olduğu su götürmez. Gündelik hayat rutinimiz üzerinden öylesine bir muhasebe yaptığımızda bile, Huxley'in muhayyel dünyasının neredeyse "olan olmuş" dedirtecek kadar yanıbaşımızda olduğunu farkedebiliyoruz. (Bir parantez daha açalım. Geçen sene, dışardan iletişim dersi verdiğim üniversitede bu konuyu işlemiştim. Öğrencilerin çoğunun, Huxley'in kehanetini 'tehdit'den ziyade hayatın doğal hali olarak algıladıklarını farkettim.)

Lakin sorun burada bitmiyor. Başta yaşadığı ülke olan ABD'nin gündelik hayat kültürü olmak üzere, esasen Batı dünyasının 'rıza' süreçlerinden yola çıkan Neil Postman'ın saptamaları, yeterince Doğu'ya gelindiğinde halen karşı karşıya olduğumuz tehlikeyi ister istemez es geçiyor...

"Yeterince Doğu'ya" dedik. Ne kadar yeterince? Sözgelimi, Orta Asya'dan başlayıp Kafkaslar ve Ortadoğu üzeriden Kuzey Afrika'ya kadar uzanan doğal gaz ve petrol kaynaklarının bulunduğu coğrafyaya geldiğimizde işin rengi değişiyor, daha da değişecek gibi.

11 Eylül'ün ardından yürürlüğe giren ABD dünya siyaseti, Afganistan'da ilk adımı attı. Peşinden Irak işgali geldi. Sırada belli ki İran var. Irak'ın işgali öncesinde tedavüle sokulan söylem, şimdi doğudaki komşumuz için dile getiriliyor. (Bu arada Gürcistan'da ABD'ye yakın bir yönetimin iş başına geldiğini, Ukrayna'da da eli kulağında olduğunu hatırlayalım.)

Çoğunluğu Müslüman olan bu coğrafyada, egemenlik tesisinin 'rıza' ağırlıklı süreçlerle gerçekleşmesi mümkün görünmüyor. Hele ki, dünya ölçeğinde katı bir ideolojik ayrışmanın her geçen gün güçlendiği göz önüne alındığında... Dolayısıyla Orwell'in kehanetinin savuşturulduğu zehabına kapılmakta acele etmeyelim.

Geleceğe dair negatif bir ütopyadan sözettiğimize göre, dekoru tamamlayacak (bilim-kurgu gibi görünse de) gerçek bir haberle bitirmek 'eğlenceli olur' herhalde...

"Foster Miller adlı teknoloji şirketi, Irak'ta görev yapabilecek yeni bir robot-asker modeli geliştirdiğini açıkladı. Robot-asker Talon, her türlü zeminde yol alabiliyor, makinalı tüfek kullanıyor, mayınları tespit ediyor ve 90 kg yük taşıyabiliyor."