Bundan tam dokuz yıl  önce F tipi cezaevlerindeki koşulların iyileştirilmesini ve tecridin kaldırılmasını isteyen bir grup tutuklu ve

Bundan tam dokuz yıl  önce F tipi cezaevlerindeki koşulların iyileştirilmesini ve tecridin kaldırılmasını isteyen bir grup tutuklu ve hükümlü  açlık grevine başlamıştı. Adalet Bakanlığı tarafından 1997 yılında projelendirilen ve ‘Hücre Tipi Cezaevi’ olarak da anılan F tipi cezaevlerinin neden olduğu tecridin, insanın psikolojik ve fiziki yapısı üzerinde ciddi sorunlara yol açtığı bilimsel verilerle ortaya konmuş ve proje insan haklarına aykırı bir uygulama olması nedeniyle kabul edilemez bulunarak tartışmalara neden olmuştu.
Hükümet koğuş sisteminin kaldırılması konusunda ısrarcıydı. Mahkûmlar ise hücreye karşı çıkıyor, can güvenliklerini ancak bir arada kalarak sağlayabildiklerini söylüyorlardı. Zira, “Kendini duvardan duvara çarptı”lı işkence kamuflajları ya da “Hücresinde kendini asmış” tarzı şaibeli ölümler, cezaevlerinden sıkça gelen haberler arasındaydı. Onlar için hücre, şahitsiz, yalnız bir ölümü tarif ediyordu. Buna engel olmak için koğuşta arkadaşlarının yanında, rızalarıyla ölmeye hazırdılar.
• • •
Tutuklu ve hükümlüler F tipi hücre sistemine geçişi engellemek amacıyla 20 Ekim 2000’de açlık grevine başladı. Yaklaşık bir ay sonra, 19 Kasım 2000’de, açlık grevi ölüm orucuna dönüştü. 19 Aralık 2000’de ise devlet 20 cezaevine eşzamanlı olarak baskın düzenledi. Yaklaşık 10 bin güvenlik görevlisi tarafından gerçekleştirilen operasyonda 2’si asker 30 mahkum öldü. Yüzlerce kişi de yaralandı. Devlet bu baskının adını ‘Hayata Dönüş’ koydu!
‘Hayata Dönüş Operasyonu’ sırasında Ümraniye Kapalı Cezaevi’nde ölen Uzman Çavuş Nurettin Kurt’un, teslim ol çağrılarına ateşle cevap veren mahkûmlar tarafından vurulduğu açıklandı. Ancak yapılan otopsi sonucu Kurt’u öldüren silahın mahkûmlardan elde edilen silahlardan biri olmadığı, askere ait ‘yüksek kinetik enerjili bir silah’ olduğu belirlendi. Raporlar ayrıca koğuşlardan ateş edilmediğini, öldürücü dozun üzerinde gaz bombası kullanıldığını ortaya çıkardı. Bayrampaşa Kapalı Cezaevi’ndeki C-1 koğuşundaki kadın mahkûmların güvenlik görevlilerinin kullandığı göz yaşartıcı, gaz ve sinir bombalarının çıkardığı yangında öldükleri, kömüre dönen koğuşlarda yapılan aramalarda da silaha rastlanmadığı açıklandı. Bütün bunlar, resmi makamların operasyonla ilgili yaptıkları açıklamaları yalanlamıştı.
• • •
‘Hayata Dönüş Operasyonu’ ile ilgili, kamu görevlileri, tutuklu ve hükümlüler hakkında açılan davalar zaman aşımı nedeniyle bir bir düştü. Suçlular da suçsuzlar da aynı kefenin içine sokuldu. Zaman denen yorgan ikisinin de üzerine örtüldü. Sanki zaman, yerini bulmayan adalete üstün gelip, acıları, kayıpları unutturup, vicdanları temizleyebilirmiş gibi...
Son olarak, Ümraniye Cezaevi’nde yaşananlara ilişkin süren davanın dosyasında bulunan ve daha önce ‘dikkatlerden kaçan’ bazı belgeler ortaya çıktı. Geçen hafta basına yansıyan bu ‘gizli’ ibareli belgeler, pek çok aydın, sanatçı ve gazetecinin ölüm oruçlarının sonlandırılması için tutuklu ve hükümlülerle yaptıkları görüşmelerin sürdüğü günlerde, operasyonun çoktan planlanmış olduğunu ortaya çıkardı!
Meğer, yaşam için dil dökenlerin arkasından ölüm için cephane yüklüyorlarmış. “Dön yüzünü hayata” diyene, hayatın da ölümün de kimin elinde olduğunu göstermeye hazırlanıyorlarmış.
Meğer, ayıplı tarihimize yeni bir başlık düşüyorlarmış. Dün, bugün, yarın... Olduğu, olacağı gibi...