Mamak Cezaevi'nde tanımıştım. 12 Eylül sonrasıydı, henüz 20 yaşındaydım. Mustafa abi ise 35'ine yakındı. 30'unu geçmiş insanların bize 'yaşlı' gibi göründüğü zamanlardı.

Mamak Cezaevi'nde tanımıştım. 12 Eylül sonrasıydı, henüz 20 yaşındaydım. Mustafa abi ise 35'ine yakındı. 30'unu geçmiş insanların bize 'yaşlı' gibi göründüğü zamanlardı. Mustafa Aydın, -şimdi tam emin değilim ama- Roja Welat'ın ya sahibiydi, ya yazı işleri müdürü... Kemal Burkay'ın, Mehdi Zana'nın yakın arkadaşı. Özgürlük Yolu operasyonunda bir grup Kürt aydınıyla birlikte Ankara'da gözaltına alınmış. Malum, DAL'da gördüğü işkencelerin ardından Mamak'taki 'kafes'e getirilmiş. Adet olduğu üzere, askerler sıraya dizip sormuşlar herbirine...

"Niye geldin lan?" "Kürtçülükten!" "Sen?" "Kürtçülük..." Her 'Kürtçülük' diyeni, yıkmışlar falakaya... Aslında olağan 'kafes' ritüeli... Tutuklu Mamak'a geldiğinde, daha baştan direncini kırmak ve boyun eğdirmek için -şu ya da bu bahaneyle- sıkı bir dayak atarlardı. Mustafa abi, bakmış 'Kürtçüyüm' diyeni fena sopalıyorlar, sıra kendine geldiğinde, "Ben müteahhitim" demiş, "arkadaşlara biraz para vermiştim." Askerlerden biri kenara ayrılmasını söylemiş. Mustafa abi de 'yırttığını' düşünmüş. Nereden bilsin, o askerin ailesinin vaktiyle bir müteahhide para kaptırdığını... Hasılı, 'Kürtçüler'den fazla dayak yemiş.

KUYRUK VE EVLAT MESELESİ

O yıllarda pek alışkın olmadığımız bir mizah duygusu vardı Mustafa Aydın'ın... Hiç bir 'tabu'yu takmazdı. Bir çoğumuz, gerektiğinde kendi kendimizle dalga geçmenin, yaşanan sıkıntılarda gülünecek bir yan bulmanın herşeyi nasıl da kolaylaştırdığını ondan öğrenmiştik. Cezaevi idaresinin 'karıştır-barıştır' politikası gereği faşistlerle aynı koğuşlarda kalırdık. Lakin solcuların sayısı epeyce fazla olduğundan koğuş kıdemlisi genellikle solcu olurdu, yardımcısı ise faşist. C-3 Blok'ta bir ara karşılıklı iki koğuştan birinin kıdemlisi Mustafa abiydi, diğerinin ben. Arada bir kaçınılmaz olarak çıkan kavgalardan birinin ardından bütün blok sıra dayağından geçmiş, ardından kıdemlileri İdare'ye çağırmışlardı.

"Neyi paylaşamıyorsunuz lan? Değdi mi bunca dayağı yediğinize" diye sormuştu blok komutanı. Normalde bu tür saçma sorular karşısında biz susardık, faşistler her türlü musibetin bizim başımızın altından çıktığına dair yerli yersiz konuşurlardı. Ama bu kez Mustafa abi -beklenmedik bir biçimde- "Anlatayım komutanım" dedi. Hikayeyi tam hatırlayamıyorum. Bir yılanla bir adam arasında geçen bir husumet. Yılan adamın oğlunu sokmuş, adam da taşla yılanın kuyruğunu koparmış falan... Ama Mustafa abi, gayet teatral bir edayla hatta dinleyeni meraklandıracak kadar dramatize ederek- anlatmıştı, bu basit hikayeyi. Hikayenin sonunda taraflardan birinin barışma talebine diğeri "Sende bu kuyruk acısı, bende bu evlat acısı varken biz barışamayız" diye cevap veriyor. Yüzbaşı biraz durdu, düşündü... Baktı baktı, sonunda "Siktirin gidin lan" dedi.

DİYARBAKIR'DA YATAN

Bir zaman sonra o B Blok'a, ben A Blok'a gittim. Ben tahliye olduğumda, onun Diyarbakır'a nakli çıkmıştı. Dosyaları oradaki ana davayla birleştirilmişti. Diyarbakır'da başına gelenleri yazacak değilim. Yıllar sonra bir gece Refik'te otururken, Diyarbakır'da yatan insanın çıktıktan sonra önünde iki seçenek olduğunu söylemişti; ya gerilla ya da alkolik olmak... "Gerilla olmak için fazla yaşlıyım" demişti.

Bundan iki yıl önce, Mart ayının bu günlerinde Sarıyer'de küçük bir camide kılınan cenaze namazının ardından Kilyos'taki mezarlıkta defnettik Mustafa Aydın'ı... Akrabalarından oluşan bir topluluk vardı cenazesinde... Bir de kadim dostu Ümit Fırat. Cenazeden beri göremedim Yaşar yengeyi... Vefasızlık değil belki ama, nereden baksanız eşeklik!

Bu hafta fazla kişisel bir yazı oldu, farkındayım. Ama sıradışı bir tarihi paylaştığımız dostlarımızın, arkadaşlarımızın unutulup gitmesine izin vermeyelim. Hepsinin toprağı bol olsun.