İşçilerin yüzleri hep emeğe dönüktür. Hayatın içerisinde ne varsa o ellerden çıkar ve o elleri sermayenin kölesi haline getirmek isteyenler

İşçilerin yüzleri hep emeğe dönüktür. Hayatın içerisinde ne varsa o ellerden çıkar ve o elleri sermayenin kölesi haline getirmek isteyenler acımasızca saldırırlar. Bu yüzden sömürü kavramı sadece bir kavram değildir. Göçük altında kalan maden işçileri, gemilerin gövdesini birbirine monte etmek için ölüm ile yaşam arasında çalışan tersane işçileri, ‘’Kumlama’’ hastalığının pençesine düşüp sessiz sedasız ölümün kıyısına itilen kot taşlama işçileri, çoluk çocuk, genç, yaşlı pamuk tarlalarına sürüklenen ve hiçbir hakkı bulunmayan mevsimlik işçiler ve emeğini üç kuruşa satmak zorunda bırakılan tüm emekçiler bu kavramı çok ama çok iyi bilirler.
Bilindik ama doğruluğunu hiç kaybetmeyen bir, iki noktayı hatırlamak gerekiyor.
Birincisi;
Yaşamı emekleriyle örenler, ‘’Tıkır tıkır, tıkır tıkır sistem işlemeli’’ diyen bir avuç zengin için sadece çalışması gereken etten makineler olarak görülürler. Bütün sistem, emeğin dibine kadar sömürülüp, daha fazla kar üzerine inşa edilen modern bir köleliğin yaratılması adına şekillendirilmiştir. Burjuvazi için bu noktada demokrasi, sadece arada bir geviş getirdikleri bir şeydir. Midelerinde tuttukları demokrasiyi daha rahat bir sömürü için kullananlar, bu durum işlevsiz hale geldiğinde en zorba yönetimleri olan faşizmi besler, büyütürler. Devlet ise bu sistemin kurumsal yapılanmasından ibarettir.
İkincisi;
TEKEL işçilerinin direnişinin zor ile bastırılacağının en üst makamlarca bu kadar rahat ifade edilebilmesi bu gerçeği yansıtmaktadır. Sistem için ‘’kötü’’ bir örnek olan direnişin şekli, onları olabildiğince huzursuz etmektedir. İşte bu noktada devreye demogojiler giriyor. Direnişin ideolojik olduğu, birilerince kullanıldığı, kandırılmış kitleler olduğu, milyonlarca işsiz varken, işi olanların bu yaptıklarının şımarıklık olduğu vb şeklinde bir propaganda dili, iktidar sahiplerince kullanılmaya başlıyor (Bir zamanlar kendiler için kullanılıyordu).  Amaç zor için gerekli olan desteği sağlamak. İyi niyetli olanın devlet, kötü niyetli olanların ise hak mücadelesi veren işçiler ve onların destekçileri olduğuna dair söylemlerin kaynağı da budur.  Amaç direnişin meşruluğunu kitleler nezdinde yıpratmaktır. İçine şeytan girmiş işçileri, şeytandan kurtarmak gerektiği savı böyle şekillendirilmektedir. Tıpkı cezaevlerine yapılan ve onlarca tutsağın yakılıp, öldürülüp, işkencelerden geçirildiği o kanlı operasyona  ‘’Hayata dönüş’’ adı verilmesi gibi. Şubat sonuna kalmadan direnenleri, direnişlerinden kurtarma operasyonu için düğmeye basılacaktır.
Emek mücadelesinin bölünüp parçalanması için bizzat yandaş sendika kuran ve var olanları ise sistem içinde evcilleştirerek kendisine yedekleyen devlet, bu sayede elini daha da güçlendirerek çıkmıştır işçilerin karşısına. TEKEL direnişi, aynı zamanda bu konumda bulunan sendikal örgütlenmeleri de deşifre etmekte ve onları zoraki bir eylemselliğin içine sürüklemektedir. Onlardan sadece devlet nefret etmemektedir, sarı sendikalar da aynı nefreti besliyorlar. Emekten gelen güç sadece devleti değil, sarı sendikaları da ürkütmektedir. İşte bu yüzden TEKEL direnişi, sonucu ne olursa olsun, bir örnek olarak tarihteki yerini alacaktır.
Bir direnişin yüz binleri, hatta milyonları, tek talep olan ‘’HAK’’ etrafında topladığını gören iktidar için elbette ki durum kaygı vericidir. Çünkü AKP ve sitemin ‘’Tıkır Tıkır’’cıları dikensiz bir gül bahçesi yaratamayacaklarını görmüş oldular. Sömürünün olduğu her yerde direnişin de kaçınılmaz olarak var olmaya ve yaşamaya devam edeceğini TEKEL işçileri kanıtladılar.
Acı olan, bir zamanlar kendilerine yönelik baskılar için sokağa dökülerek destek isteyenlerin (başörtüsü eylemleri), bugün ortalıkta gözükmeyişleridir. Üç maymunu oynayarak yaşıyor olmalarıdır. Ezenle benzeşerek vicdanlarını, düşüncelerini iktidara teslim etmiş olmalarıdır. Ne güzel yazmış Hasan Hüseyin Korkmazgil “Sende iş yok be kardeşim…’’ diye.
Açlık, soğuk ve inanç birlikte yaşıyor Ankara da ve Ankara da mecliste ‘’peygamber’’ savaşı çıkarıp, ana avrat birbirine giren seçilmiş “seçkin’’ler, açlık, soğuk ve inançtan bihaberler ve işçiler Şubat sonuna ertelenen fiziki şiddete artık gün sayıyorlar. Size demokrasi veriyoruz, getiriyoruz diyenlerin, gerçekte emeğin değil, IMF ve Dünya Bankası politikalarının sadık uygulayıcıları olduklarını, bir kez daha bu direnişle tanıklık edeceğiz. Şimdi safları sıklaştırma zamanı.