Ebu Musab El Zarkavi'ni

Ebu Musab El Zarkavi'nin öldürülmesinin ardından Irak'taki gelişmeler merakla izleniyor. Saddam Hüseyin'in yakalanmasından sonra "direniş"in sona ereceği ve direnişin bir avuç Baascı tarafından yürütüldüğü yanılgısına düşen işgal yönetimi ve işgali destekleyen kalemler bu kez temkinli.

Zarkavi'nin öldürülmesini "zafer" olarak değerlendiren ABD ve Iraklı yöneticiler de direnişin, (onların deyimiyle) "terörün" hemen biteceğini düşünmüyor. Çünkü 3.5 yıllık deneyimleri, işgalcilere de Irak'la ilgili yeni şeyler öğretti: Direnişin, kişilerle doğrudan bağlantılı olmadığını, Irak halkının direniş geleneği bulunduğunu, 1920'lerde İngilizlere karşı oluşan sömürge karşıtı oluşumun 2000'lerde farklı düzlemde devam ettiğini, işgale karşı oluşan altyapının daha uzun süre varlığını sürdüreceğini biliyorlar artık.

Bu yüzden Zarkavi öldürdükten sonra soluğu gizlice Bağdat'ta alan Başkan Bush'un, "Irak'ta istikrar sağlanana kadar ülkeyi terk etmeyeceklerini açıklaması" da direnişin öyle kolay bitmeyeceğini gösteriyor.

Irak'ta işgal sürdükçe, adını ne koyarsak koyalım farklı yöntemlerle karşı çıkış sürecektir. Ama işgalin başından bu yana direniş ile terör arasındaki ince çizgiyi tartışmak gerekir. Tabii ki bu tartışma ABD yönetiminin "her karşı çıkışı terör parantezine indirgeyen" bir düzlemde yapılmaz. İşgal altındaki her ülkede, direniş hareketlerinin ontolojik karakteri direniş ya da terör çelişkisini içerir. Her direniş kendine özgü nitelik taşısa da terör yöntemleri ağır bastığı zaman, direnişin meşruiyeti sorgulanmaya başlar.

ZARKAVİ'NİN ZARARI
Irak'ın özellikle orta bölgesinde farklı bakış açılarına sahip, Irak'ın yerli unsurlarından oluşan İslamcı ve milliyetçi Sünni gruplar ile Muk-teda Es Sadr'ın Mehdi Ordusu'nun direnişini, Zarkavi'nin sivillere yönelik terör yöntemleriyle karıştırmamak gerekir. Adını saydığımız tüm grupların ortak paydası işgale karşı olmaktır. Ancak, El Kaide anlayışı olarak özetleyebileceğimiz ve Zarkavi'nin daha ileri taşıdığı yöntemleri terör olarak nitelemek de yanlış olmaz. Özellikle sivillere, farklı etnik, dini ve mezhebi gruplara yönelik ölümcül saldırılar, hatta katliamların direnişle ilgisi olamaz. Hatta, bu yöntemlerin ABD kadar direnişin bizzat kendisine zarar verdiği söylenebilir.

Çünkü El Kaide ve Zarkavi anlayışı, eylemlerini işgal güçlerinden çok Şiilere yöneltip mezhep savaşını körükleyerek Irak'taki karmaşayı en üst noktaya taşımayı amaçlıyor. Ayrıca El Kaide anlayışı toplumsal hayata yaptığı müdahalelerle Irak'ı Talibanlaştırmaya, Afganlaştırmaya çalışıyor. Zarkaviciler, Sünni bölgelerin bir kısmında şeriat uygulamalarına başlamış, özellikle kadınlar üzerinde büyük baskı kurmuş durumda. Bu durum Zarkavi'nin ölümüyle de değişmiş değil.

Bir diğer neden, Amerika'nın sadece Zarka-vi'yi direnişin simgesi olarak göstererek, dünya nezdinde desteğini yitirmesini amaçlaması. Bu durum Zarkavi'nin yöntemleriyle birleşince, direnişin sadece radikal İslamcılar tarafından yürütüldüğü yargısını güçlendirdi. Oysa durum böyle değil.

FELLUCE-EL ASKERİYE
Zarkavi uzun süredir El Kaide liderleri Usame Bin Ladin ve Ayman El Zevahir'den bağımsız davranmaya başlamıştı. Ladin ve Zevahiri'nin özellikle Şiilere yönelik katliamları onaylamıyor ve enerjinin ABD'ya karşı harcanmasını istiyordu. Şimdi örgüt içinde Usame kanadı mı, yoksa Zarkavi'nin yerine geçtiği iddia edilen El Masri, El Muhaciri gibi tanınmayan isimler mi etkili olacak bilinmiyor. Ortadoğu'da kişiler ve kişiliklerin önemi ve kitleler üzerindeki etkisi ciddi bir olgudur.

Zarkavi yöntemleri direnişin Şii kanadına da zarar veriyor. Çünkü Şiilere yönelik kitle katliamlarının ardından Mehdi ordusu direnişte aktif rol almamaya başladı. Oysa Felluce katliamından sonra Şiilerle Sünnilerin gösterdiği dayanışma işgal güçleriyle birlikte Zarkavi'yi rahatsız etmişti. Hepsinden de öte Zarkavi'nin Şiileri din dışı sayması, ruhani lider Ayetullah Sistani'yi ateist ilan etmesi iç savaşı körükleyen, direnişe zarar veren bir durum yaratmıştı.

El Kaideciler, Irak direnişinin yerli ve ulusal unsurları açısından da büyük problem. Çünkü orta bölgedeki Sünni aşiretler ile güney'deki Şii aşiretleri arasındaki ilişki işgal döneminde de sona ermedi. İşgal sonrası Sünni aşiretler eskiden gelen bu ilişkiyi devam ettirmek istemiş, ama Zarkavi'nin engeli ve tehdidi ile karşılaşmıştı. Ayrıca Sünnilerin en önemli örgütü Ulema Birliği, Zarkavi'nin yöntemlerine uzun süredir karşı çıkıyordu. Zarkavi öldürülmesine rağmen yöntemlerinin devam edeceğini söylemek yanlış olmaz. Ancak, Zarkavi ve benzeri terörü yeşerten, Irak'taki işgaldir. İşgalin yarattığı koşullar terörün de bizzat yaratıcısı olmuştur. Irak'ta işgalcilerin tuzağına düşmemek, direnişle terör arasında farkı görmek gerekir. Farklı olmayan ise işgalcilerin Felluce, Zarkavi'nin de Sama-ra'daki El Askeriye Camii katliamlarıdır.