İnsanların yaşamlarında ne varsa dillerinde de o vardır. Örneğin Arapça da develerin yürüyüşüne ilişkin onlarca sözcük vardır..Nerdeyse günün her saatini deveyle birlikte...

İnsanların yaşamlarında ne varsa dillerinde de o vardır. Örneğin Arapça da develerin yürüyüşüne ilişkin onlarca sözcük vardır..Nerdeyse günün her saatini deveyle birlikte geçiriliyorsa eğer bundan doğal ne olabilir ki. Yaşadığımız toplumda da bu böyledir. Özellikle kapitalist üretim ilişkilerinin insan üzerindeki bozunmayı ifade eden onlarca sözcük biliriz,duyarız. İşte o günde metroda kulağıma gelen sözcükler bu minvalde idi. Belli ki kendilerini de sarmalayan toplumsal tepkisizlik o anın konusuydu. Daha yaşlı gözüken, ağır ve derinden gelen bir sesle  ;-“ Küresel meranın gamsız koyunları..” diye tanımlıyor vatandaşı. Konuşmalarından öyle anlaşılıyor ki söylenenler yoksul kesime yönelik. Hepsi bu kadar mı? Daha neler neler.. Cahil, yoz, bilinçsiz, gerici, yobaz, oyunu satan, onursuz, pespaye vs..vs..

Dikkat ediyorum da toplumun pek çok kesiminde – hatta sol içinde bile – bu tür söylemler ne kadar sıklıkla kullanılır oldu. Bu söylemlere Marksist jargonla katkılar yada saptamalar da ekleniyor “ Kapitalist toplumsal – ekonomik ilişkilerin belirleyiciliği insanın insana yabancılaşmasının insani değerlerinin de yozlaşmasının yolunu açmıştır.” gibi. Sadece burjuva üretim ilişkileri değil küçük burjuva da nasibini alıyor bu saptamalar içinde; “ Küçük burjuva anlayışlar ve değerler devrimci düşünceleri, devrimci ahlakı yozlaştırır, kirletir, çürütür…” türünden söylemlerle.

Burada anahtar sözcük yabancılaşma. Yabancılaşma diyalektiğin sorunsallarından biri.

Marx bu kavramı materyalist açıdan temellendirmiş ve üretim içindeki insanı irdelemiş. “Emeğin üretimi nesneye aktarılmış, emek nesneleştirilmiştir. Nesneleşme; nesnenin yok oluşu ve nesneye kölelik, mülk sahibi olmak ise yabancılaşma, başkalaşma olarak ortaya çıkmıştır. İşçinin nesneye aktardığı hayat yabancı ve düşman bir şey olarak karşısına çıkmaktadır.” Yine Marx’a göre yabancılaşma ile emek güçlendikçe işçi güçsüzleşir, emek akıllandıkça işçi ahmaklaşır ve köle olur. Yabancılaşmada bedenin harcanması zihninse yok edilmesi vardır..    

İşte bilinçli yada bilinçsiz evde, işte, sokakta sözü edilen aslında budur. Değişen dünya, teknolojideki hızlı gelişim, iletişim araçlarının son derece dünyayı küçültmesi ve en ücradaki insanın bile artık ulaşılabilir olması, kitle iletişim araçlarının özellikle görsel medyanın her yere girmesi, üretim ilişkilerinde emeğin yer yer biçimsel değişim göstermesi yabancılaşma üzerinde faklılıklar yaratsa da bu farklılaşma yabancılaşmayı derinleştirmekten öte bir şey getirmemiştir. Toplumun büyük bir kesimini oluşturan emekçiler sermayenin çekim alanına gün geçtikce daha fazla girmektedirler. Marx “ her ürün ötekinin varlığını, parasını çalmak için bir yemdir.” derken yüz elli yıl önceden bu güne değişen bir şey olmamıştır. Atılan yeme takılmaya hevesli kitleler yoksulluğun ötesinde açlık ile karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır. Artık o yeme yanıt verecek ne iş nede para vardır. Amerikalı tüketemez olunca örneğin Çin’li ambalaj üreticisi üretemez olmuş ve Çin’e  atık kağıt  ithal eden İngiliz ithalat yapamaz olmuştur. Hal böyle olunca da kapitalizmin krizi derinleşmektedir. Gözler işi olanın, orta sınıf tabir edilen kesimin elindeki,avucundakine dikilmiştir. Bu kesimde hızla yoksullaştırılmaktadır. Türkiye’de 3,5 milyon haneye tekabül eden 18 milyon yoksul günlük kişi başı 3,1 YTL ile geçinme cambazlığı yapmaktadır. Adana Valisi “kalaşnikof almaya yoksul değilsiniz ama” deyip olaylara karışan çocukların ailelerini sağlık hizmetlerinden mahrum etmeyi düşünürken, Diyarbakır’da çocuklar hapse atılmaktadır. Oysa bu ülkede her dört çocuktan biri yoksulluk sınırlarının altında yaşamaktadır ve bu gerçeklik sorgulanmamaktadır.Elbette bu gerçekliği yaratanlar da.

Kapitalist üretim ilişkileri içinde,yabancılaşma emeği teslim almış, insanlar gıda yardımına muhtaç, bir çuval kömüre bel bükmektedir. Ve bu durum onları minnet duyguları içinde cellatlarına daha da yakınlaştırmaktadır. Solun,sosyalistlerin ise bu durumda söylemleri soyut kalmaktadır. Marx ve Engels felsefenin görevini dünyayı yorumlamakla sınırlayan geleneksel felsefeye dünyayı değiştirme misyonu yüklediler. Marksçılık dünyayı yalnız yorumlamakla kendini sınırlı tutmayıp onu değiştirmenin de bir aracı haline gelerek dünyada büyük değişimlere kapı açmaktadır. Bu gün bu kapının daha da aralanmakta olduğu gündür.

Bu kapıyı sonuna dek açmanın olanakları da mevcuttur. Sanılmasın ki toplum tamamen uyuşmuştur. Evet,tepkisiz toplum kirpinin derisini ters yüz edip giymesi gibidir ve bilinç dışı da olsa o dikenlerin batması, rahatsızlık vermesi kaçınılmazdır. Özellikle kriz dönemlerinde bu rahatsızlık çok daha fazla hissedilir.

Yorumun ötesine geçip dünyayı değiştirmek, bir başka dünya mümkün demek bu dönemlerde daha kolay olabilir. Zaman sokakta celladın yüzünü deşifre etme, maskesini indirme zamanıdır.