İşsizlik üzerine iki saçmalık: 1) T.C. devleti işsiz kalanlara yardım et

İşsizlik üzerine iki saçmalık:

1) T.C. devleti işsiz kalanlara yardım etmek için bir fon oluşturmuş; İşsizlik Sigortası Fonu. Bu fon için de hem işçilerden, hem de işverenlerden para topluyor. Kasım başında İşsizlik Sigortası Fonu'nda biriken miktar 17 milyar YTL'den fazla. Buraya kadar güzel. Fakat, şimdiye kadar bu fondan işsizlere ödenen miktar, toplanan paranın sadece %4'üne tekabül ediyor. Herbir işsize ödenecek miktar da, bir dizi koşul yerine getirilirse süre olarak 10 ayı, miktar olarak ise ayda 245 YTL'yi aşamıyor. Fonda biriken ve kağıt üzerinde işsizlere ait olması gereken para ise, iki yakasını bir araya getiremeyen devlet borçlarını finanse etmek için kullanı lıyor. Yani devlet bonosu ve tahviller alınıyor işsizlerin parası ile! Bence, fonun adını değiştirip, Beceriksiz Devlet Fonu yapmanın tam zamanı.

2) Şimdi, bir de iktisat eğitimine yeni başlayan öğrencilere rasyonel bireylerin çalışma kararı nı verirken yürüttükleri muhakemenin nasıl öğretildiğine bakalım. Üniversitelerde okutulan bir giriş kitabından aktarıyorum: 'Ücret karşı lığı çalışmanın başlıca iki alternatifi vardır: a) çalışmama; b) ücretsiz çalışma. Eğer çalışmazsak, kazanabileceğimiz geliri, evde kalıp, kitap okuma, televizyon seyretme, yüzme, ya da uyuma için feda etmiş oluruz. Diğer alternatif, ücret karşılığı olmayan çalışma. Bu durumda da, kendi sebzemizi, meyvamızı yetiştirme, çocuklara bakma veya evin diğer ihtiyaçlarını yerine getirmeyi tercih ettiğimizden, yine çalışma karşılığı edineceğimiz parasal geliri feda etmiş oluruz.' Bu formülasyonda ücret, 'boş vaktin fiyatı dır!' Çalışma, çalışmama, yani çalışıp, kazanı lan parayla onu, bunu alma ile, evde oturup 'boşa vakit' geçirme arasında şaşkına dönen bizlerin nasıl (rasyonel) karar verdiğimiz öğretilmiştir!

Bu saçmalıkların kaynağı nedir?
Kısa cevap, 2. saçmalığın 1. saçmalığı yarattığı dır. 1. saçmalık icraat, 2. saçmalık da o tür icraatların dayandığı, meşruiyet kaynağı neoklasik iktisat teorisidir.

O zaman neo-klasik iktisatın asli ögelerini hatırlamakta yarar olabilir. Sık sık duyduğumuz neo-liberal yaklaşımın dayandığı iktisat teorisinin de bizatihi neo-klasik ekol olması ayrıca bu hatırlatmayı gerekli kılıyor. Başımıza gelen belayı tanımaya çalışıyoruz.

Neo-klasik iktisat teorisinin temel taşları 'mülkiyet' ve 'kişisel çıkar'dır. Dolayısıyla bu yaklaşımın analiz birimi tekil kişiler olup, herşey bu kategoriler üzerine, bir-iki önemli varsayı mı kullanarak inşa edilmiştir. Bireylerin her kararı rasyonel hesaplamalar sonucu verdikleri varsayımı bu kabullerin başında gelir. Yani, bizler, sürekli zevk maksimizasyonu ve eza-cefa minimizasyonu yaparak hayatlarını tüketen hesap makinaları gibi bir şeyiz bu teoriye göre!

Neo-klasik teori, mülk sahiplerinin (ki bu formülasyon, işçileri emek sahibi, sermayedarları da üretim araçları sahibi olarak içerir) kendi çıkarlarını güderek verecekleri rasyonel kararlar sonucu toplumsal uyumunun oluşacağını umar. Toplumun refahı, insanlık potansiyelinin geliştirilmesi gibi 'tali' amaçlar doğrudan bu teorinin konularını oluşturmaz. Sözkonusu konular banal bulunup, siyaset bilimcilerine v.b. bırakılmıştır. İktisat, toplumsal bilimlerin kraliçesidir ya, bu tür avam konularla ilgilenmeyi henüz bilim olamayan diğer disiplinlere terk etmiştir!

Neo-klasik iktisat teorisinin içsel ve dışsal sorunları artık o kadar ayyuka çıktı ki, bizzat bu ekolün içinden gelenler tarafından bile görülmeye başlandı. Son dönemin meşhur 'döneklerinin' başında tabii ki Nobelli Joseph Stiglitz geliyor. Rasyonel kararların olmazsa olmazı mükemmel enformasyon varsayımını alt üst ederek ortalığı bayağı karıştırdı hazret. Onca. eleştiriye, içerden ve dışardan aldığı teorik darbelere rağmen yine de üniversitelerde okutulan iktisat bu. Zarar sadece bu olsa, neyse. Maalesef profesyonel politikacılar, onların çevresindeki bürokratlar da bazen bilerek, bazen bilmeyerek bu safsata teorinin peşinden gidiyorlar. Esas zarar onlardan geliyor. İşsizlik Sigorta Fonu yaratıyoruz diyerek, kendi beceriksizliklerini işsizlerin rıskını keserek ödetenler bunlar. Thatcher ne demişti? 'Toplum diye bir şey yoktur, sadece bireyler vardır.' Etrafı Thatcher'ın çocukları sarmış, hepimizi ikna etmek üzereler.