Geç patlayan fırtınalar kolay dinmiyor işte. Yüreğindeki fırtınayı 15 yıl önce patlatamayanlar, hatta titreyenler o gün, şimdi dindirilemez bir fırtına estiriyorlar. Bugün ve yarınlarında bir fark yaratacaksa, estirsinler! 

Hep muktedirin kollarında olanlar, muktedir muktedir olmaktan çıktıktan sonra kaplan kesilince, işte o zaman susuyorum ben, ne yapayım! 

Şarkı “Beni deli deli sev, yine yeni yeniden sev” diyor ya hani; ben de gazetecideki muktedir sevgisi,  muktedirin kollarında titreten sevgi bitmedikçe, kükremelerin kükreme olmadığını, şimdi kükrenen düşmüş muktedir yarın yine muktedir olsa, onun yine yeniden sevileceğini, kollarına koşulacağını bildiğimden, kükreyenlerle birlikte kükremek gelmiyor içimden.  

İki yıl önceki yıldönümünde de 28 Şubat’ın böyle hissetmiş ve “Medyanın 28 Şubat Kahramanları” başlıklı yazımda; “Şimdi anlatanların o zaman neden sustuklarını bilmiyoruz (!). O dönemde, Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) yöneticileri olarak, andıçlar konusunda söylenmesi gerekeni söylemiştik. O dönem önemli pozisyonlarda olup da susanların, şimdiki konuşmalarını, bu ‘sonradan kahramanlıklar’ı nasıl değerlendirmeli acaba? 28 Şubat gömülür ve bambaşka bir iktidar eliyle medyaya yönelik yine vahim uygulamalar yapılırken, bugünü es geçip ‘28 Şubat kahramanlığı’ yapmak traji-komik bir durum” demiştim. 

Bilimsel bir gerçek; ister modern olsun ister klasik, isterse de post-modern, dünyanın hiçbir yerinde hiçbir darbe medya desteği olmadan yapılamıyor, başarılı olmuyor. 28 Şubat çok eski bir tarih değil; şöyle basit bir taramayla kimin o gün ne yazdığı, ne tür manşetler atıldığı ortaya çıkar. Bugün kükreyenlerin, dünkü titreyişleri görülür. 

Korkmak da insani bir durum, asla kınamam, ve “anormal” olan kahramanlık aslında. İşlerin doğal mecrasında yürüdüğü durumlarda gerek olmaz kahramanlıklara. Akın Birdal’ın delik deşik edildiği, Umur Talu’nun gazeteye gelen albay tarafından ölümle tehdit edildiği, andıçlanan gazetecilerin bir de kendi meslektaşları tarafından hançerlenip işlerinden olduğu günlerde insan ol da korkma hadi… 

Ama korkmak da kucağa koşmanın bahanesi değil tabii. 

Ahmet Hakan, bugünün en darbe-savar çevresi Fethullah Gülen Hareketi’nin 28 Şubat’ta yaptıklarını pek güzel özetledi geçen gün, “Fethullah Gülen direnmedi. Direnmediği gibi, işbirliğine de açık durdu” diyerek. İşbirliğinin kanıtı, 28 Şubat Refahyol’u gömüp yeni bir hükümetin doğumuna vesile olduğunda, Zaman gazetesinin 9 sütuna attığı “Hayırlı olsun. İşte kardeş kavgasına son verecek hükümet manşetiydi. 

Hani mesele darbeyse; şimdinin darbe-savarlarının bir de 12 Eylül sicili var tabii. Komünistlerin çanına ot tıkadığı için alkışladıkları, zorunlu din dersi koydu diye Kenan Evren’i cennetlik” ilan ettikleri 12 Eylül… 

28 Şubat da, 12 Eylül de tartışılsın tabii. Yapanlar yargılansın. Ancak, gecikmiş kahramanlık, kahramanlık değil, sahici de durmuyor. Rejime müdahaleyi, darbeyi, eğer bir tehdit”e karşı (komünizme; Fatsa’ya mesela) yapıldığında alkışlayanların, tavırlarının ilkesel olduğuna kim inanır ki? 

Bugünün baskılarına karşı çıkmadan, dünün baskılarına karşı çıkmanın bir anlamı yok”, diyenlere, “Ya, bugün baskı mı var?” karşılığını veriyorsa biri bakın; bakın ki 28 Şubat’ta, 12 Eylül’de de aynı cümleyi kurmuş mu göresiniz. 

Can Ataklı, 28 Şubat’ta kimi gazetecilerin o sürecin bir parçası olarak nasıl şantaj yaptıklarını anlattı. “Meslek hayatımın son günü olabilir” diyerek. İsmi geçen herkes yalanladı, kendisinin de tahmin ettiği gibi. İsimler önemli değil, bir canlı yayında olmasa da, benzer hikayeleri anlatan başkaları da var aslında. 

28 Şubat’ı medya üzerinden tartışanlar, dönüp medyanın bugünkü durumuna baksınlar. Telefon andıçlarıyla işinden olanları, yazıları azaltılan, sayfaları değiştirilen, sesleri tümden kesilenleri, cezaevinin yolarını döşeyen manşetleri görsünler. 

Yine, yeni yeniden muktediri sevmeden, bugüne bir söyleyebiliyorlarsa, 28 Şubat’a bin söylesinler; helal olsun!