Arkaik dönemde ticaret ve alışverişte takas hep nakdin önünde idi. Dört kölenin iki sığır ya da demirden bir sacayağı ile takas edildiğini eski tabletlerden öğreniyoruz. Aradan binlerce yıl geçti...

Arkaik dönemde ticaret ve alışverişte takas hep nakdin önünde idi. Dört kölenin iki sığır ya da demirden bir sacayağı ile takas edildiğini eski tabletlerden öğreniyoruz. Aradan binlerce yıl geçti ve günümüzde ticaret global-leşti. Artık nakit yerine kredi kartları, hisse senetleri, fon aktarımları söz konusu. Bin yıllar boyunca değişmeyen ise, insanın insan tarafından ezilmesi, emeğin sömürülmesi. Görünürde kölelik kalktı. Yerini ücretli kölelik aldı. Ve emeğiyle geçinen insanın değeri kölelik çağında olduğundan bir adım öteye gidemedi.

14 Yaşın altında ve ilköğretimi tamamlamamış çocukların çalışması kanunen yasak. Oysa Türkiye'de 6-14 yaş grubu arasında çalışan 520 bin çocuk bulunmakta. Kentlerdeki çocuk işçilerin yüzde 58'i kırsal kesimden göç eden ailelerin çocukları. Böylesi bir durumda sermaye göçün durdurulmasını ister mi?

Yasaklara rağmen sekiz-dokuz yaşında çocuklar, güneş doğmadan, iş müfettişlerinin gözlerinden kaçırılmak için izbe bodrumlarda, parça başı işlere koşuluyorlar. Ancak gün batımında bodrumlardan dışarı çıkabilen, güneş yüzü görmeden günde 10-12 saat çalıştırılan çocuklarımıza ne kadar değer veriliyor?

Küresel kapitalizme biat etmiş yönetim erkinin, bakanlıkların ve belediyelerin sorumsuzluğu, işverenlerin daha fazla kâr hırsı işyerlerinde çalışma koşullarının her geçen gün daha da kötüleşmesine neden olmakta. Ve bu kötü koşullar altında maden ocaklarında, demiryollarında, karayollarında, tersanelerde, fabrikalarda, işliklerde yok olup giden emekçiler... 2000 yılından bu yana madenlerde iş kazalarında ölenlerin sayısı yüzü çoktan aştı. Sadece Tuzla tersanelerinde son üç yılda 500'ün üzerindeki kazada 38 işçi öldü. Ve son olarak Zeytinburnu/Davutpaşa'da yaşanan patlamada ölenler de iş kazası kurbanları istatistikleri içine dahil ediliverdi.

Çorap, plastik, maytap, havai fişek vb imalatların, kot yıkama, triko gibi işlerin yapıldığı ve daha bin bir çeşit işliğin iç içe olduğu bir mekân. Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nin yaptığı incelemelere göre her türlü kazan, basınçlı kap ve benzerinin de bulunduğu sırt sırta, çok katlı yapılar. Her türlü denetimden uzak başı boş işliklerde sigortasız, sendikasız.iş sağlığı ve iş güvencesinden yoksun çoğu asgari ücrete mahkûm yüzlerce emekçi... İşte bu koşullarda geliyorum diyen patlama...

Gelinen noktada kadere bağlanan, sorumlusu bulunamayan, faili meçhul bir katliam söz konusu. Bir yetki karmaşası masalı içinde argo deyimle boğuntuya getirilerek geçiştirilen bir "adi vaka". Daha olayın üzerinden bir hafta bile geçmeden türban gündemi içinde kaybedilen canlar. Medya açısından ise iş kazası sadece mankenler için geçerli.

Diğer yandan denetim yaptım, mühürledim, gerisi benim işim değil diyen İstanbul Büyük-şehir Belediyesi zaten logar kapakları, açık bırakılan çukurlardan dolayı sabıkalı. Ayrıca 2000 yılı verilerine göre (ne yazık ki en taze veri bu) personel müdürlüğünde; 815, sosyal ve idari işlerde; 1179, koruma ve güvenlik müdürlüğünde; 182, park ve bahçeler müdürlüğünde lale soğanı diken 935 personel bulundurulurken ruhsat ve denetim müdürlüğünde sadece 44 personel istihdam edilmiş. 287 bin 175'i kayıtlı yaklaşık 400 bin işyeri olan bir metropol de herhalde bir işyerine en aza 10 yılda bir denetim sırası gelse gerek. Sözün özü "'saldım çayıra Mevla'm kayıra" durumu söz konusu. Hal böyle olunca iş yine vatandaşa havale ediliyor ve ihbarcılık görevi biçiliyor.

İstiklal caddesinde, işportacıların göğsü çapraz siyah bantlı tişörtleri "emniyet kemeri işkencesine son" diye bağıra bağıra sattığı ve kapış kapış giden bir coğrafyada güvenlik kültürü bu noktada iken üstelik haklarını bilemeyen, arayamayan, bezgin ve yorgun insanlar topluluğunda sola, devrimcilere, demokratlara bir hayli görev düşüyor.

Şüphesiz gölge olan yerde ışıkta vardır. Yeter ki o ışık bir yığın iç çekişmelerin yaşandığı alanlardan, internet sayfalarından sokaklara sızabilsin.