Tatil nedir ki? Bir kaçış değil mi aslında? Hep yapılandan, tekdüze hale gelenden, kısacık da olsa uzaklaşma değil mi tatil? Ha

Tatil nedir ki? Bir kaçış değil mi aslında? Hep yapılandan, tekdüze hale gelenden, kısacık da olsa uzaklaşma değil mi tatil? Haberlerden bunalmışken büroda, kafamı kapatıp olan bitene biraz, kendimi alıp giderim uzaklara bir kamyona atlayıp. O kaçış, saniyeler sürse de bazen, bir tatildir bana. Tatil, benim için, haberlerden kaçmak demek ve nerede bir televizyon, gazete görsem (Birgün hariç), yolumu çevirip gideceğim tam bir ay.

Mehmet Kitapçı, soyadı nasıl da uygun düşmüş kaçış hayallerine, nükleer tıp profesörü ama aklı fikri küçük bir kitapçı dükkânında. Belki hastanenin keşmekeşinden bunaldığı anlarda, o da arkasına yaslanıp odasında, kaçıveriyordur o dükkâna, birkaç dakikalık tatillere.

Bir gün açabilirse o kitapçı dükkânını, özel bir bölüm olacak mutlaka... En beğenilen yüz kitap. Bakanlık listeleri gibi değil de, sizin ve benim gibilerin ömürleri boyunca okuyup da en beğendikleri yüz kitaptan oluşan bir bölüm. Belki de bu yüzden, geçenlerde bir yemekte, "Gazete" dedi, "Bir araştırma yapsa. İnsanlara en beğendikleri yüz kitabı sorsa. Bir ortak liste oluştursak. Yüz kitaplık".

"Best seller"lere hep mesafeli oldum ben. Piyasa denen şey öyle bir hale geldi ki bugün, beğenilerimizi bile zorla şekillendiriyor. Sinemadan yayınevlerine, oradan gazete ve televizyonlara ve kitap satış noktalarına kadar uzanan bir endüstri, kendi ürettiklerini allayıp pullayıp "en çok satanlar" arasına sokabiliyor, sanattan da maksimum kâr edebilmek için. Belki, biraz da, sadece piyasanın "oku" diye gözlerine soktukları ile haşır neşir olabildiklerinden, gerçek birer "okur" olamıyor gençler. 40-50 yıllık okurluğumuzun süzgecinden geçenlerin listesini yapsak, kaç "best seller" olur ki o listede.

Prof. Kitapçı, şu liste fikrini ortaya attığı gün, Eduardo Galeano'dan "Latin Amerika'nın Kesik Damarları"n\ ve Michel Zeva-co'nun "Pardayanlar"\n\ koydu kendi listesinin başına. Aslında, her ikisi de, çok farklı bağlamlarda da olsa, haksızlık ve adalet kavramları üzerine yükselen, "gerillaca" ya da "şövalyece" bir başkaldırıya çağıran iki başyapıt.

Eğer lütfeder, en beğendiklerinizi bana iletirseniz, belki Kitapçı'nın dükkânının o yüz kitaplık rafını birlikte doldururuz. En azından, piyasanın ve bakanlığın önerdikleri dışında bir listemiz olur, okumayı sevdirmek istediklerimize önerecek.

Birkaç dostun aklına ilk gelenlerle 10 kitaplık bir liste oluşturdum. Oğuz Atay'ın "Tutuna-mayanlar"\, Ursula K. Le Guin'in "Mülksüz-ler"\, Dostoyevski'nin "Budala"s\, Şolohov'un "Ve Durgun Akardı Don"u, Hemingway'den "Çanlar Kimin İçin Çalıyor", Dickens'tan "İki Şehrin Hikâyesi" oldu ilk akla gelenler. Benden de "İnce Memed /"ile Hugo'nun "Sefil-/er"iyle tamamlandı liste.

Abdi Ağa'yı vurduktan sonra, haberi vermek için atını sürer ya İnce Memed; "Gün doğuyordu ki köye girdi. Orta yerde atın başını çekti. At terden kapkara olmuş, göğsü körük gibi inip inip kalkıyordu. Boynu, sağrısı köpüğe batmıştı. Memed de çok terlemişti.Ter, ku-lunçlarından fışkırmıştı. Yüzü perçemi ıpıslaktı. Gün bir adam boyu yekindi. Gölgeler uçsuz bucaksız batıya doğru uzadı. Islak at tepeden tırnağa ışığa boğuldu. Her yanı pırıl pırıl. Öyle dimdik." diye anlatır o anı Yaşar Kemal.

Kimseyi vurduğumuz falan yok, vurulan da biziz ya, benim ambulanstan bozma kamyonet de yerinde duramıyor artık. Yarın, kısmet-se gün doğarken, çadırı, yorganları da vurup sırtına, mahmuzlayacağız bizim "Land"ı. Lakin, daha ne gidilecek yer belli, ne de yanımıza alınacak kitaplar...

Ama merak etmeyin; "Tatilde olduğumuzdan kapalıyız" levhası olmayacak köşede. Yolda belde kalmazsak eğer, ne yiyip içtiğimiz, ne gezip gördüğümüz, ne de okuduklarımız bizde kalır. Kısmetse hepsini paylaşırız!