Yıllar önce Kuzey Yunanistan’da Lozan Mübadili Anadolu Rumlarının yaşadığı dağ köylerini gezerken fırıncı Yordan’ın oluşturduğu köy müzesini görünce şaşırmıştım. Dedesi Samsun’dan...

Yıllar önce Kuzey Yunanistan’da Lozan Mübadili Anadolu Rumlarının yaşadığı dağ köylerini gezerken fırıncı Yordan’ın oluşturduğu köy müzesini görünce şaşırmıştım. Dedesi Samsun’dan göç etmek zorunda kalan Yordan, yaşadığı geniş bahçeli evin büyükçe bir bölümünü müze haline getirmişti.

Köy müzesini gezerken Yordan da anlatıyordu:

-Buradaki ev eşyalarının hepsi, bizim köyden Anadolu’yu giden Türklerin bıraktıklarıydı. Bizimkiler onlara dokunmayıp bir kenarda toplamışlardı. Belki sahipleri bir gün gelir alırlar diye…

Oysa Lozan Antlaşması’na göre iki taraf arasında mübadele ile yer değiştirenler hiç biri tekrar geri dönemeyeceklerdi. Yordan yetişkin olup da hayata bakmayı öğrenince Türklerden kalan ev eşyalarını bir araya toplayıp müze oluşturmuş, kültür zenginliğini korumuştu.

Hem saygı duyarak hem de gıpta ederek dolaşmıştım dağ köyündeki bu sevimli müzeyi…

Biz de böylesi kültür birikimlerini değerlendiren yöreler var tabii… Alibey Kudar’ın Tahtakuşlar Etnografya müzesi en bilinen ve takdir edilenidir. Bu yaz Abana’da  gördüğüm Belediye Başkanı Şevket Yazgan’ın yaptığı kent müzesi de böylesi bir çabanın ürünüydü.

 

MUSANDRALI KONUTLAR

Önceki gün Denizli’nin Tavas İlçesine bağlı Kızılcabölük kasabasına gittim. 1912 yılında kasaba haline gelen belde hala aynı posizyonunu koruyor. Kızılcabölüklüler her ne kadar kasaba olsalar da yaşadıkları yerleşimi “köy” olarak ifade ediyorlar.

Mesala “köyün çok arabası vardır” diyorlar.

Dokumacılığın mabedi olarak anılan Kızılcabölük’teki tekstil sektörünü açıklarken de:

-Bizim köyde 1500 dokuma tezgahı var diyorlar.

Belediye Başkanı Mehmet Aydınlı, “ağabey, sen bizim köyün müzesini gördün mü?” dedikten sonra, beni “uzun yol arkadaşım” fotoğrafçı Tolga Sezgin’le birlikte köyün eski ilkokul binasına götürüyor.

Yüksek tavanlı okul binası özenli bir şekilde restore edilmiş. Üst katlarda bilgisayar bölümü, kütüphane, konferans salonu var. Alt kat ise Kızılcabölüklülerin eskiden babaları, dedeleri, büyük dedeleri tarafından kullanılan köydeki yaşamın temel aletlerinden oluşan bir yerel müzeye dönüştürülmüş.

Neler yok ki? Mesela “Musandra” var. Kentlerdeki lüks konutların yatak odalarında bulunan “ebeveyn banyosu”  yüz yıl öncesinden beri Kızılcabölük evlerinde yer alıyor.

 

BUĞDAY KAÇ DEVE?

Sonra “Kile” koymuşlar cam önlerindeki raflara. Kile Osmanlı dönemindeki ticarette kullanılan bir ölçü birimiydi. Otuz santim çapında, otuz beş santim derinliğinde ahşap silindir kabın içine 5.5 kg buğday, 3.5 kg ceviz ve nohut konulup ticari hayatın içine salınıyormuş.

Kile katları da var. On kile “1 yük” ediyormuş. Buradaki “yük”ten kasıt eşek yükü! Eşek kelime olarak ticari hayatın raconuna uygun düşmediği için “yük” deyip geçiyorlar. Ama 20 kile bir araya gelince ona “1 Deve” denilmesinde kimse sakınca görmemiş.

Mahsul rekoltesi de bu gösterişli ölçü üzerinden yapılırmış:

-Benim bu yıl 10 deve buğdayım var.

 

GELİNLİĞİN DİLİ VAR

Belediye’nin Satınalma Müdürü İsmail Makav’ın eline aldığı ahşap testinin normal ağzı dışında dört tane de küçük emzik gibi bölümleri var.

-Bu nedir?

-Senek bardağı! Tarlada çalışırken, dört ayrı yerden su içme imkanı veriyor.

Başkan müzenin duvarında asılı duran eski köy dokuması gelinliğin ince noktasını anlatıyor:

-Gelinliğin boynundan göğüslere doğru dekolte yaratan  kesik yoksa, kız gönülsüz evleniyorum mesajı verirmiş. Eğer gelinliğin önü makasla açılmış iki yanına da işlemeler yapılmışsa o zaman gönüllü evleniyorum dermiş.

Kızılcabölük’te kız istemede de bazı mesajlar dokuma yoluyla verilirmiş. Oğlan ailesi hayırlı iş için kız evine gittiğinde, kızı sadece kahve ikramıyla değerlendirmezler, “hadi bize bir bez doku da görelim” derlermiş. Kız eğer düz desensiz bir bez dokursa gönülsüzlüğünü açıklamış olurmuş. Ama görücü gelenler sevdiği delikanlının ailesiyse o zaman tezgahına koyduğu parçanın üzerine Kızılcabölük deseni de işlermiş.

 

TRUVALI HELEN YAPILIR

Peki kasabanın adındaki “kızıl” nereden geliyor?

Eskiden köyün kadınları başlarına kırmızı renkli dokumalar örtüyorlar, bu başörtülerine de köyde “börgü” deniliyor. Kırmızı börgü, zamanla değişime uğrayarak “kızılbörgü” sonra “kızılcabörgü” daha ileri aşamada “Kızılcabörklü” şeklinde telaffuz edilir hale geliyor. Kızılın son vardığı nokta da bugünkü şirin yerleşim duruyor: Kızılcabölük!

Köyün kadınları son derece yakından ilgilendiren bir yönü bulunuyor. Truva filmindeki Helen’in giysileri Kızılcabölük’te dokunmuş, üretim patentli olarak devam ediyor. Köye gelen çok cüzi bir fiyatla (80-100 YTL) tepeden tırnağa “Truvalı Helen” olup gidebiliyor.

Kılızılcabölük Tavas’a 7 km, Denizli’ye ise 50 km uzaklıkta bulunuyor. Afrodisiyas antik kentinin yolu da Kızılcabölük’ten geçiyor. 

Bir müzeye sahip olan Kızılcabölük’e vurulmamak elde değil.