“Susma sustukça sıra sana gelecek” sloganının, Türkiye’yi anlatan en doğru slogan olduğuna bir kez daha tanıklık ediyoruz.

“Susma sustukça sıra sana gelecek” sloganının, Türkiye’yi anlatan en doğru slogan olduğuna bir kez daha tanıklık ediyoruz. İşkencelerin tüm karakollarda olağan bir yöntemmiş gibi uygulandığı dönemlerde faili meçhullerin ve gözaltında kayıpların, yargısız infazların devlet katında “Bin operasyon yaptık” sözüyle onaylandığı yıllardan bugüne bu slogan hep gerçeğin sesi oldu.

İktidarlar, baskı ve şiddet yöntemlerini halka karşı sistemli bir hale getirirken, her zaman hazır bir kılıfı kullanıyordu. Bu kılıf “devletin bekası” idi.

Devletin bekası hiç durmadan büyüdü ve en çok da bekanın halktan yana değil, ezenlerden, sömürenlerden yana olduğunu söyleyenlerin üzerinde yoğunlaştı. “Polisin, askerin elini soğutmayın” diyenler katliamlara açık çekler yazarak sokakları, meydanları korkunun kaleleri haline getirdiler. Tüm bunlar yaşanırken bir avuç cesur hak ve özgürlük savunucusu haykırmaya ve seslerini duyurabilmek adına “Susma !” demeye devam ettiler.

Çoğu zaman kulaklarımızı tırmalayan ve bir gün kapımızın çalınacağına dair bir fısıltıyı içimize üfleyen bu bir ‘avuç’tan çok korktuk. Sessiz kalmanın korunmak olduğunu kabul eden bilinçaltı savunmalarımız bu sesi her duyduğunda ürktü ve uzaklaştı. Tüm toplumu sessizliğe iten baskılar biz sustukça büyüdü. Devletin Bekası artık çevremizde dolanıyor, yan komşularımızın kapısını çalıyor, birileri birilerini bir gece yarısı alıp götürüyor, ertesi gün işkence ve ölüm haberleri gazetelere kenar notu olarak ilişiyordu. Büyük operasyon manşetleri ise, kurtarıldığımıza dair “şükür” imasıyla sunuluyordu.

İşte bu koşullarda gerçeği arayan gazeteciler de nasibi alıyordu. Gazeteci Metin Göktepe suskunluğu parçalamak, gerçeğe bir nebze de olsa su serpmek için kaleminden dökülenlerle, objektifine düşen karelerle koşturuyordu. Polis tarafından linç edilerek öldürüldü.

Ahmet Şık, Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü’nü hakkıyla almış bir gazeteci olarak gerçeğin peşinden koşturanlardan biriydi ve Nedim Şener, Hrant ile ilgili delillerin karartılmasını, polis ve cemaat bağlantısının gizlendiğini kanıtlarıyla kitaplaştırmıştı. Her iki gazeteci de aldıkları ödüllerle işlerini ne kadar doğru ve ciddi yaptıklarını göstermişlerdi.

Bugün her ikisi de, bu yazının kaleme alındığı saatlerde “Ergenekon bağlantısı” adı altında sorgulanıyorlar. Ergenekon operasyonunun çeperini muhalif kimlikleri kirletmenin ve susturmanın bir yöntemi olarak genişleten iktidarın, bütün bunları büyük bir iştahla ağzını şapırdatarak yapması ise tam bir güç küstahlığı…

Bu küstahlığın sözcüsü olmayı görev edinmiş kendine gazeteci diyen ilişikler de, meslektaşlarının arkasından kulaklarına fısıldanan istihbarat bilgilerini, gerçeğin kendisiymiş gibi sunmaktan çekinmiyorlar. Oysa biraz kitap yalamış her insan bilir ki, istihbarat ve hileli yönlendirme kavramı hep birlikte anılır. Bu işin doğasında yemleme vardır. Yemlenmeye hazır olanlar yemi havada kapıp doğru olduğuna imanla ortalığa düştüklerinde gazetecilik değil, zabıt kâtipliği yapıyor olurlar.

“Emret başbakanım” hali hem gülünç, hem rezilce. İktidar ruhu ile doldurulmuş post görüntüsü, gazeteciliğe yeni başlayanlar için örnek ders konusu olmalı gerçekten.

28 Şubat gazeteciliğini eleştirip, tıpkı onların yaptığının aynısını yol ve yöntemini de geliştirerek yapıyor olmalarından rahatsız olmayan bu cenahın, bugün kanal kanal dolaşıp “28 Şubat ta niye sesinizi çıkartmadınız?” diyerek bu operasyonları meşrulaştırmaya çalışması da bir kenara not edilmelidir.

28 Şubat’ta, gazetecileri istihbarat bilgisi adı altında manipüle edenler bugün el değiştirmiş gözüküyor. Ergenekon’dan kendisine iktidarını kurumlaştırmak için derin bir kaynak yaratan AKP, bu kaynağı baskı ve zorunu meşrulaştırmak için bir araç olarak kullanıyor. Demokrasi, hak ve özgürlükler söylemini avazı çıktığı kadar bağırırken, mutfağında faşizmi soslayıp önümüze bir nimetmiş gibi sunmayı da ihmal etmiyor.

“Emrindesin insanı hiçe sayanların” diyen Rıfat Ilgaz’ın dizeleri tam da bugünler için yazılmış gibi. İnsanı hiçe sayanların vaat ettikleri özgürlük ve demokrasi sadece onlar için bir özgürlük ve yine sadece onlar için bir demokrasiden başka bir şey değil.

Sustukça sıranın bizlere geleceğini anlamak için kendi deneylerimizi yaşamamız gerekmiyor. Yaşanılan deneyimler bizlere yakında kapımızın çalınacağını gösteriyor. Ahmet ve Nedim’in kapılarını ansızın çalıp talan edenler, yarın bizlerin de kapısını çalacak ve Ergenekon yaftası ile cadı kazanlarına atılacağız ve bu yüzden susmamanın tam zamanıdır.