Önce Tunus, sonra Mısır’da ortaya çıkan, ardından kimi Orta Doğu ülkelerine de sirayet edecek gibi görünen

Önce Tunus, sonra Mısır’da ortaya çıkan, ardından kimi Orta Doğu ülkelerine de sirayet edecek gibi görünen “halk hareketleri” veya “kitlesel hareketlenme” neye işaret ediyor?

Bir kere, bu hareketlenmenin, bir dönem eski sosyalist ülkelerde görülen, dış maniplasyonlu ve renkli “devrimlerle” aynı yere konulamayacağı herhalde açıktır. Ortada, gerçek bir “halk hareketi” vardır. İsteyen, “toplumsal muhalefet” de diyebilir, yanlış olmaz.

Sol adına kabul ve teslim edilmesi gereken budur, buraya kadardır.

Eğer gelişmelere sol adına ve soldan bakmaya devam edeceksek, bundan sonrası için bir iki önemli noktanın mutlaka dikkate alınması gerekir. Bunlardan biri, bugün dünyanın nasıl, hangi “ruhu” taşıyan bir dönemden geçtiğiyle ilgilidir. İkincisi ise, belirsizliklerle dolu bir nesnellik (kitlesel hareketlenme) ile özneler ve öznellikler (kitlesel hareketlenmeye yönelen örgütlülükler) arasındaki ilişkinin günümüzde nasıl kurgulanabileceği konusunu gündeme getirmektedir. 

***
 
Önce, eldeki veriler. Şöyle özetlenebilir:

“Yeni dünya düzeni” çoktan iflas etmiştir, şimdi sıra bu iflasın kitlesel tesciline gelmiştir. Ekonomik entegrasyon anlamında “küreselleşmenin” kendine özgü, kucaklayıcı, dünya-tarihsel bir ideolojik, siyasal ve kültürel üstyapısı olamayacağı ayan beyan ortaya çıkmıştır. Emperyalist merkezler artık “oldurucu” müdahale döneminden, “olanı bir yöne kanalize edici” dış etki dönemine geçmek durumunda kalmışlardır.

Bunlar, kuşkusuz olumlu gelişmelerdir. Gene de, burada durmak, olumlulukları fazla abartmadan salim kafayla düşünmek gerekmektedir: Sistem içi ekonomik-siyasal krize ve çatırdama seslerine karşın, dünya bugün devrimci bir dönemden geçmemektedir; “zamanın ruhu” 1848’lerin, 1900’lerin ilk çeyreğinin, hatta 1960’ların ruhu değildir. Dünya ölçeğinde bakıldığında, içinden geçtiğimiz dönem, krizin ve çatırdamaların her yönde çekiştirmelere yol verebileceği, “teklif gönderen” özne sayısının radikal sağ da dahil arttığı bir belirsizlikler dönemidir.

Özetle, içinden geçtiğimiz dönem, adına ister toplumsal muhalefet, ister halk hareketi deyin, herhangi bir kitlesel hareketlenmenin tanımı ve doğası gereği peşinen “sola yazılabileceği” bir ruh taşımamaktadır.

Bu durumda, gündemde gelmesi gereken soru “belirsizliklerle dolu bir nesnellik (kitlesel hareketlenme) ile özneler ve öznellikler (kitlesel hareketlenmeye yönelen örgütlülükler) arasındaki ilişkinin nasıl kurgulanabileceği” ile ilgilidir.

***

Belirli bir soyutlama düzeyinde bakıldığında iki yol görünmektedir.

Birincisi, özne ve öznellik, kitlesel olanın hep içindedir; kitlesel olanla birlikte büyüyüp gelişir. Kitlesel olan, harekete, gerçek anlamda toplumsal muhalefete dönüşürken de bu dönüşüme şekil ve yön verir.

Kısaca, “hareket modeli” denebilir.

İkincisi, özne ve öznellik, kitlesel olana tam nüfuz edememiştir; ancak salt merkezi anlamda değil toplumun kritik noktalarında da örgütlüdür. Hareketi bizzat kendisi yaratmasa bile, oluşan bir hareketliliği etkileyip yönlendirecek örgütlülüğe, kanallara, araçlara ve kadrolara sahiptir.

Özetle, örgüt + hareket modeli denebilir.

Eğer meraklısı varsa, Bolşevizm ağırlıklı olarak bunlardan ikincisidir.

***

Umarım yanlış anlaşılmaz: Mesele,  “ben şunu sevdim”, “öbürü daha iyi” türü bir öznel tercih veya çocukça inatlaşma meselesi değildir. Toplumsal mücadelelerin içinden geçtiği özgül tarihsel dönemler ve ülkenin nesnel koşulları, bunlardan birine (hatta kimi durumlarda her ikisine birden!) geçerlilik kazandırabilir.

Gene de, ihmal edilmeyecek üç gerçek ortadadır. Birincisi: Dönem, her tür halk hareketinin veya kitlesel hareketlenmenin tanım gereği sola yöneleceği bir dönem değildir; davulcuya da gidebilir, zurnacıya da. İkincisi: Sağ, giderek radikal sağ, günümüzde ortaya çıkan ve çıkabilecek kitlesel hareketlenmeleri yönlendirebilecek güç ve etkiye düne göre bugün daha fazla sahiptir. Üçüncüsü: Durum böyle olunca, örgütlülük boyutunu boş veren bir hareketçilik de, “derin topluma” hiç nüfuz edememiş bir örgütlülük de, kitlesel bir hareketlenme karşısında çaresiz kalmaya, meydanı başkalarına kaptırmaya mahkûm olacaktır…

***

Ya Türkiye? Türkiye’de ne olur (olabilir), ne olamaz?

Mısır’a, şuraya buraya akıl veren Erdoğan’ın, kendi ülkesi söz konusu olduğunda “direnme”, “eylem”, “protesto”, “hareket” gibi olgulara kategorik olarak karşı çıkması, kendisini de aşan bir mantığa ve nesnelliğe oturmaktadır.

Bu ülkede halk, sözünü, tercihini ve tepkisini protesto, direniş, eylem gibi araçlardan çok, dört veya beş yılda bir yapılan seçimlerde vereceği oyla ortaya koyabileceğine inanmıştır, inandırılmıştır. Evet, bu ülkede darbeler olmuştur; ama ülkeyi “değiştirdiği”, “dönüştürdüğü” ileri sürülen, hatta ve hatta “devrim” sayılan dönemeçler, hep seçimler ve seçim sonrası iktidar değişiklikleriyle ilgilidir: 1950 Demokrat Parti, 1983 ANAP iktidarı, ardından 2002’deki AKP “fırtınası…”

Düşünebiliyor musunuz? Bu ülkede kendi yandaşları bile Ecevit’e en fazla “halkçı” diyebilmişken, “devrimcilik” Menderes’e, Özal’a ve Erdoğan’a yakıştırılabilmiştir!

Evet, Türkiye’de halk (kendisi ne derse desin) seçim denen mekanizmaya fazla alışmış, alıştırılmıştır.

Kitlesel hareketlilik ile sol arasındaki ilişki konusundaki kurgular ve temrinler elbette yararlıdır; şimdiden üzerinde durmak, düşünmek gerekir. Ancak, bir nokta hiç unutulmamalı: Az önce sözü edilen alışkanlık zayıflayıp gerilemedikçe, kurguların gerçek hayattaki karşılığı şimdilik sınırlı kalacaktır.