Kendilerini nasıl tanımladıklarının bir önemi yok. İnançlı, dindar, Müslüman, gazeteci, insan... 19 yıl önce, herkesin gözü önünde, ağızlarından köpük köpük kan dökülen, taşlı sopalı binlerce insanın, şehirlerine gelen aydın ve sanatçıların kaldığı otelin önünde kırıp dökmesini, yakıp yıkmasını, Madımak’ın 33 aydın ve 2 otel çalışanına mezar edilmesini, Sivas’ı, katliamı reddetmenin bunların hiçbirisiyle ilgisi yok. Bugün, tarihi yeniden yazmak isteyenlere rağmen, apaçık ve tüm acısıyla duruyor gerçekler.

“19 yıllık yalan”, manşetiyle çıkan adı gereksiz nefret belgesi, “yanarak değil, kurşunlanarak öldüler” diyor. Madımak’ta katledilenler için, “orada ölenler” ve katiller için de “yüzlerce masum insan” diye yazdıkları haberin belgesi olarak da hastane morgunda çekilmiş bir fotoğrafı gösteriyorlar. Dikkatli bakıldığında, ‘kan sızan bir kurşun yarası’ diye iddia ettikleri şeyin genç bir kızın saç örgüsü olduğu anlaşılıyor. Sivas davasının avukatlarından Şenal Sarıhan, fotoğrafların yeni değil, hem dosya içinde hem de bugüne kadar Sivas’la ilgili yapılan belgesellerin ve yayınlanmış olan kitapların birçoğunun içinde olduğunu açıklıyor. Fotoğraflar üzerinde oynanmış.

Gazetecilik yapmadıkları için, yalan haber yazmaktan çekinmiyorlar. Katilleri masum, masumları suçlu göstermeye çalıştıkları için de vicdansızlıklarını ilan ediyorlar ama belli ki o konuda da bir sıkıntıları yok. Yayın politikasını nefret üzerine kurmuş ve bu konuda sayısız suç işlemiş olsalar da, temsilcileriyle, Başbakan’ın uçağında kendilerine yer bulabiliyorlar. ‘İnsanlık suçu’ kapsamına alınmadığı için geçtiğimiz aylarda zaman aşımından düşen ve failleri serbest kalan Sivas katliamı davasının ardından ne demişti Başbakan: “Hayırlı olsun.” Bu ‘gazete’ münferit değil, AKP’nin gömlek değiştirdiğinde çıkaramadığı atleti o halde.

YOLA ÇIKTIKLARINDA
Özgürlük istiyorlardı. Mahsundular, mağdurdular. Özgürlükçü söylemlerinin yarattığı heyecan dalgasına kendileri bile şaşırmıştı. Serap bu ya, birbirlerinin göğsünde demokrasi savaşçısı nişanı görmeye başlar oldular. Derken yaptıkları bütün açılımlar kapandı. Söyledikleri en ufak sözden, yeniden özgürlükçü söylemine döneceklerine dair anlık heveslere kapılanlar olduysa da, hayal kırıklığı ağır bastı. Özgürlük isteği net bir karardır çünkü; terk edip dönebileceğin bir şey değil!

Yola çıktıklarında inandıkları gibi özgürce yaşayamadıklarından şikâyet ediyorlardı. Farklılıklarıyla, bütün ülkeyi bir kucaklama aşkıdır gidiyordu. CHP Dersim milletvekili Hüseyin Aygün bu perdesi açılıp kapanan piyese bir mola verdi. İçinde cami ve mescit bulunan TBMM’de cemevi açılmasını talep etti. Milli iradenin kalesi Meclis, topu Diyanet’e attı. Diyanet “olmaz” dedi. Sebep? İbadethane değil. Kim diyor? Sünni İslam’ın temsilcisi bir kurum. Hüseyin Aygün, talebini reddeden TBMM Başkanlığı hakkında, ‘Anayasa ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu’ gerekçesiyle dava açtı.

Aleviler’e nerede ibadet edip edemeyeceğine karışan bir karar da Yargıtay’dan geldi. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği hakkındaki kapatma davasını reddeden yerel mahkemenin kararını bozdu. Nedeni, derneğin tüzüğünde cemevlerinin ibadet yeri olarak nitelendirilmiş olması. Yargıtay’a göre, cami ve mescit dışındaki yerler ibadethane olarak kabul edilemez. Derneğin kapatma davasını reddeden Ankara 16. Asliye Hukuk Dairesi kararını, Türkiye’nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu açıklayan Anayasa’nın 2. maddesine göre vererek, insan hakları konusunda hepimiz adına bir umut kapısı aralamıştı; ama olmadı, Yargıtay kapıyı kapattı. Anayasa’nın aynı maddesine aykırı bir karar vererek hem de...

Tarih, birileri öyle istiyor diye değişmez; Sivas, Çorum, Maraş, Malatya, Dersim’de olanlar unutulmaz; ama tekrarlanabilir! Cezasız bırakılan nefret suçlarıyla, “hayırlı olsun” larla, “biliyorsunuz Alevi, yuuuh” larla, “cemevi cümbüşevi” lerle, “mum söndüler” le, görmezden gelmeyle, inkârla, asimilasyonla... tarihin tekrar etmesine çanak tutulabilir. Unutmamak gerekir ki, “tek din” bir sürçme değil, AKP politikasıdır ve bizi asıl birbirimize düşürecek olan da budur. Aynı yerde ibadet etmemek değil, aynı özgürlükte buluşmamak bölecek bizi.