Hatırlıyor musunuz, Van depreminde bütün yabancı yardımlar reddedildi başlangıçta; hatta, Ankara’ya kadar ulaşmış İspanyol arama-kurtarma ekibini gerisin geri memleketlerine gönderdiler: Kendi potansiyellerini ölçmek istemişler; insanlar enkaz, sıcaklık da sıfırın altında iken, binlerce can üzerinden.

BDP’yi devre dışı bırakmak için, belediyeyle değil işbirliği yapmak, onun elini kolunu bağlamak için her şeyi yaptılar; valisi de, bakanı da, başbakanı da belediye başkanıyla görüşmediler bile; daha sonra da insanların üzerine buz gibi suyu sıktılar  –Tekel işçilerine de yapmışlardı aynı şeyi daha önce Ankara’da; tabiî, yine buz gibi havada- , copladılar, gazladılar.

Gazlama deyince, Metin Lokumcu  geliyor ister istemez aklıma; ama, en fazla da Ruşen Çakır, hocanın kendi akrabası olduğunu söyledikten sonra, başbakanın bir baş sağlığı bile dilememesi,  “ üzüldüm” bile diyememesi: “Evet biri ölmüş, üzerinde durmuyorum” gibilerinden bir şeyler söyledi; tabiî, benim de kanım dondu bu kanı donukluk karşısında.

Binlerce çocuk hastanelik oldu, ama bakandan ne istifa, ne bir özür dileme, ne de üzülme belirtisi; tam tersine, elemanımız meydan okuyor, zorla da olsa içirteceğim bu sütü diye, ‘reis’inden bulduğu cesaretle. Aynı eleman, 19 Mayıs törenlerini yasaklamaya ‘çocuklar üşür’ bahanesini bulacak kadar da pervasız: Hepimizle dalga geçiyor, aklınca. Ve de 5 buçuk yaşındaki bebeleri okula göndermeyecek izan/vicdan/haysiyet sahibi velileri tehdit etmeye de kalkıyor. Tamam, arkasında ‘reis’inin polisi ve ‘özel’leri var: Legalliği olabilir ama, gayri meşrûluğu apaçık; bir de taşeron kârına kurban edilmiş 30 madencinin ardından, hem de Çalışma Bakanı olarak, hem de cinayet  mahallinde  “güzel öldüler” demiş olmakla mütezeyyin parlak bir sicil; intihal hükmünü hariç tutarsak.

Daha pek çok örnek sayabiliriz; ancak bu takımın ortak özelliği, insanlara karşı meydan okuma, kin kusma, hakaret, aşağılama; hem de güçlerinin yetebildiği en son noktaya kadar.  AKP iktidarı, siyasî olmanın yanı sıra hem ahlakî hem de psikiyatrik/sosyal psikolojik bir problem: Haberal’ı babasının cenazesine göndermemek, adama ölüm döşeğindeki annesini göstermemek, Aziz Yıldırım’ın sabıka fotografını basına servis etmek vb…, adamlar için özel bir siyaset taktiği; ama aynı zamanda psikolojik bir tatmin kaynağı; ki, ‘psişik’in egemen olduğu yerde ‘etik’e artık yer yoktur.

Her gün bir tane ortalamasını tutturan ‘kadın’ cinayetleri, 3 yaşındaki çocuğa tecavüz, aynı yaştaki çocuğunu öldüren/öldürmek üzere anasıyla birlikte uçuruma iteleyen babalar veya 5-6 yaşındaki kızların başını örtmeye kalkan latent (?) pedofiller: Bunların hiç biri, iktidarın şiddet dili ve uygulamalarından bağımsız değil.

Özetin de özeti: “Ananı da al git”i merkeze almadan yapılmış her türlü Türkiye tahlili, ya doğrudan bir ahmaklığın, ya da herkesi ahmak sanmaya dayanan duble bir ahmaklığın ürünü olup, “başkanlık sistemi bizi dikta rejimine götürür” gibi laflar etmenin de denizdeki balığın denizin farkında olmamasına mümasil bir eblehliğe tekabül ettiği açıktır.