Demek beş yıl olmuş. Edip Cansever'in bir şiirindeki sorusuyla, "akan zaman değil" de "mesafeler mi"? Zamanın bu kadar hızlı seyrediyor olması üzerine...

Demek beş yıl olmuş. Edip Cansever'in bir şiirindeki sorusuyla, "akan zaman değil" de "mesafeler mi"? Zamanın bu kadar hızlı seyrediyor olması üzerine aslında başlı başına bir şeyler yazmak istiyorum ama ben, Ece Ayhan'ın beş yıl önce öldüğünü söyleyecektim size. 12 Temmuz 2002!

Ece Ayhan'ı sevmemek için, herkesin bir, hatta birden çok nedeni vardı. Üyelerini duygularına göre değiştirse de, "kötülük toplumu" ve "kötülük dayanışması" soykütüğüne aldığı -yine kendi deyimiyle- "Sünni Türk" cemaatini o, daha çok sevmezdi.

Şiir dünyasını besleyen en kalın birkaç damardan biri olan tarih, özellikle Cumhuriyet tarihi, kuşağının neredeyse bütün isimlerinden kendisini ayırır. Kendisini saymaz ama, orda olduğu besbellidir; "Cumhuriyetten yara-If'ların olduğu yerde. İki isim sayar: Cemal Süreya ve Sezai Karakoç: Cumhuriyet'in parasız yatılıları!

İkinci önemli damar ise, sarışın bulduğu ik-tidar'dır. Yirmibeşyıl önce yazdığı bir mektubunda, "bizde iktidar deyince hükümet anlaşılır" diyordu. Şaşırtıcı olan, iktidarın sadece alt kattakilerle üst kattakileri değil, ondan çok daha yoğun bir şekilde yan yana duranları tanımladığını, çok erken işaret etmesiydi. 1973'te yayımlanan Devlet ve Tabiat'taki şiirlerin çoğu, 1968 -1972 arasında yazıldı ve bazı dergilerde yayımlandı.

Fakat o aralar herkes bir başka yere bakıyordu. Türkiye'de 6o'lı yılların sonuydu. İşçinin grevdekisi, öğretmenin de TÖS'dekisi makbul olunca, karısını ve öğrencisini döven işçilerle öğretmenleri ne yapacağımızı bilemiyorduk.

Bu ülkede yerini ezilenlerin yanında tarif edenler, bunun gibi nedenlerle Ece Ayhan'ı geç fark etti. Bu gecikmiştik, şiirinin "kapalı" olmasıyla değil; o şiirlerdeki meseleye bizim ne kadar yakın olmamızla ilgili. Çok kabalaştı-racağım, hatam olsun; "orta ikiden ayrılan" çocukları anlayabilmemiz için, Kalinin'in "Devrimci Eğitim Devrimci Ahlak"ından fazla bir müfredata ihtiyaç vardı. 1975 - 80 döneminde -bu da bir beş yıl işte- ne böyle bir ufkumuz vardı, ne de böyle bir iştahımız.

Psikiyatri kliniklerinin modern hapislik, hekimlerin çağımızın güllabicileri olduğunu anlamak için de, Foucault'yu beklememiz gerekecekti. Cemal Süreya'nın dediği gibi; "1929 buhranı bile geç gelmedi mi ülkemize"?

Ece Ayhan, 6o'lı Yıllar Okulu'nun erken gelişmiş çocuğudur. Okula geç gönderilmiş delikanlı. Sola bozuk çalma "rahatsızlığı" da bu yıllarda nükseder. 1967'de "Sağdan işittiğiniz sözlerin benzerini hatta daniskasını onlardan işitiyoruz" der. "Düzenin Yabancılaşma-sı"nın yayımlandığı 1969'u, "Cumhuriyet düşüncesinin uç verdiği" tarih olarak kaydeder. Kapsamlı çalışması Ece Ayhan ve Tarih Yaklaşımında Ahmet Orhan, Ece'nin üzerinde İdris Küçükömer etkisine değinir. Ece Ayhan'ın Küçükömer için söyledikleri, bir bakıma kendi için söylemek istedikleridir: "İdris Küçükömer, Demirkapı ile Büyükada arasında, kendi uc'unda çok şey pahasına 'zenci kalma' konumunu seçmiştir. Ve bu topraklarda özellikle (özel olarak dahi) barındırılmayan Haklılığın İnadı'no hatta kuru inada inanır."

Haklılığın inadı, düşünsel dünyasındaki önemli kavramlardan biri, belki de en önemlisi oldu. Kendisini şair saymaması, etikçi bulması -aslında olmak istemesi- de, bu noktadadır. İsmail Beşikçi'yi de aynı nedenle "kıskanır".

Peki sabit, değişmez bir "yan" veya "tarafı oldu mu Ece Ayhan'ın?

Şunu söylemek için sordum bunu: Tahakküm ilişkilerine bu farklı bakışından olacak; tahakküm altında olanlara bile mesafeli durdu, kuşkuyla baktı. Bütün derdi, telaşı, acelesi; kendi sözleriyle, "mekanizma"yı anlamaktı. Ezilenlerin arasındaki "mekanizma"yı da! Aynaya bakınca, parçalanma riskini göz almaktı, ama bu iş; "maçası sıkanlar"ın harcı değildi.

"Ağır" baldırıçıplaklardandı Ece Ayhan.

Her yoksul gibi, onurundan başka bir mülkü olmadı. İktidar olmamak için onurlu kalmak gerekiyordu, onun için. Güç kazanmaya değil, onurunu kaybetmemeye oynadı. Kül yutmadan yaşamaya çalıştı. Hayatı böyle bir yarışla geçti, diyebilirim. Sonuç hâlâ belli değil, çünkü oyun bitmedi.

Çünkü "güzel atlar, öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam".