Çocukluğundan Fetişizm (fetishism: tapın-cakçılık), psikiyatride daha çok bir

Çocukluğundan Fetişizm (fetishism: tapın-cakçılık), psikiyatride daha çok bir cinsel sapkınlık türü olarak karşılık bulur. Karşı cinse ait nesnelerle tatmin olma hali denilebilir, kısaca. Bizi yakından ilgilendiren diğer anlamını ise TDK Ruhbilim Terimleri Sözlüğü (2. Baskı, 1980) şöyle açıklıyor: "1. Herhangi bir nesne ya da varlığa karşı duyulan aşırı, tapı-nası bağlılık."

Yeni Türk burjuvazisi, uzunca süre evvel yeni bir tanrısal varlığı keşfetti ve o tanrısal varlığa aşırı derecede hayranlık geliştirdi, bağlandı. Bu yeni burjuvaziye, başlarda kimi küçümseyici, kimi öykünmeci lakaplar takılmıştı; "Laz müteahhit" gibi, "Anadolu kaplanları" gibi, "bir koyup üç alanlar" gibi, "naylon ihracatçılar" gibi, "iş bitiriciler" gibi vb. Ortak özellikleri, sanayi devrimi ile başat aktör haline gelen klasik burjuvaziden farklı olarak, üretim sahasında varlık göstermek yerine al-satçılık/yap-satçılık sahasında beceri geliştirmeleri ve köklerinden savrulup "altına hücum" coğrafyasında ikbal aramalarıydı.

Yeni burjuvazinin tanrısal varlık atfettiği, kutsadığı kavram-nesne "daha iyisi"dir. Öyle bir kavram-nesnedir ki bu "daha iyisi", hem elle tutulmaz, gözle görülmez hem her durumda zuhur eder, cismane bir karşılık bulur kendisine.

Kimi zaman "nemesis'Meşir, 2700 yıllık İstanbul şehrinin sürekliliğini sağlayan sur içindeki eski şehri talan eder. Hiçbir zaman uygulana-maması ile İstanbul şehrinin felaket öncesini temsil eden Prost (Fransız mimar, kent tasarımcısı Henri Prost) nazım planında 1 numaralı vadi olarak anılan ve şehrin akciğerlerini oluşturacak botanik bahçesi için öngörülen yeşil alanı tarumar edip Vatan ve Millet caddelerini inşa eder. "Nemesis" tanrısal varlık atfettiği "daha iyisi"ne öylesi huşu ile bağlanmıştır ki, gerçekleştirdiği kıyıma "vatan" der, "millet" der.

Kimi zaman da belden yukarısı insan, belden aşağısı at olan eğlendirici Satyr'lere öykünür, "Plan mı pilav mı?" deyiverir. Plan sevmez, planlamadan nefret eder, yıkar yapar, olmadı bir daha yıkar bir daha yapar. Her yıkıp yapma ediminde şişkinleşen kasası ile iftihar eder.

Kökünden kopmuştur, bunun iç sızısı ile her türlü "kök"ten nefret eder. Kapısında ayakkabı çıkarttırır, evini her gün arap sabu-nuyla sildirir ve sokağa çöp döker. Çünkü her tür "öteki"den de nefret eder. Bu yeni burjuvazi hiçbir zaman "diğerk.m" olmamıştır. Yoksula aş dağıtırken bile başkasının parasını harcar, fiyakasını kendisi sürer.

Üretimden gelmediği için, kaynağını bile üretmez, transfer eder. Övündüğü ihracatın külli kısmını ham madde olarak ithal etmek de onun tasası değildir, fabrikasını işliğini kapatıp Uzakdoğu'da kendisinin taşeronluğuna soyunmak da...

Yeni burjuvazi için kent, para trafiğinin süratli, dinamik akışının sağlandığı büyük bir arsadır. Kent tasavvuru, benliğini ve fetiş nesnesini yansıtacak biçimde eklektiktir. Biraz Selçuklu, biraz Emevi, biraz Osmanlı, biraz Manhattan, biraz Dubai'dir. Kent merkezlerini, kentlinin sosyal ve kültürel yaşama alanları olarak değil, uluslararası ticari turizmin hareket alanları olarak tasavvur eder. "Shopping mall" tutkulusu bir kentli yaratarak kent ahalisini dikine beton kütlelerin içerisine davet eder. Bu amerikanvari çarşıların saksılı ağaçlarını ve pvc malzemesinden gökyüzünü bile imal eder. Habire "daha iyisi"ni yapar. Asla bilinçsiz değildir. Bir kent felsefesi vardır ve bu kent hayli Singapur'dur.

Yeni burjuvazinin kent tasavvurunda, shopping mall çok amaçlı bir salondur aynı zamanda. Her türlü sanatsal ve kültürel akti-vite buralarda istiflenir. Böylelikle kentin değerli arsaları sanattan ve kültürel hayattan "tasarruf edilir". Bu tasarruf için girişilen her stratejik adımın mottosu da "daha iyisi"dir.

Henri Prost'un 1 numaralı vadisi, vatan ve millet cinayetleri ile yeni burjuvazinin kent tasavvuruna uydurulmuş, betonarme gecekon-dulaştırılmış ve bu vadi operasyonu tamamlanmış durumda.

Peki, Prost planındaki 2 Numaralı vadi, yani Dolmabahçe-Taksim-Maçka-Harbiye vadisi? Kent merkezindeki tek bağımsız tiyatro binası olan ve gerek fiziki koşulları, gerek donanımı ile İstanbul'un en değerli tiyatro sahnesini barındıran Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi bu vadide. İstanbul'un tek opera, bale, senfonik konser salonunu barındıran Atatürk Kültür Merkezi de burada. Çarşı yapılmak üzere tahliye edilen Taksim Sahnesi keza burada. Sorun da burada.

Bu vadi ve bölgede yakılan, yıkılan, dönüştürülen tiyatro ve opera binaları, konser salonları üzerine yazı yazmışlığım var. Bir kez daha toparlar, yazarım. Hasan Kuruyazıcı yazar, Feza Kürkçüoğlu, Gökhan Akçura da yazar. İyi de biz yazsak ne yazar!

Nasılsa "daha iyisi" zuhur edecek. Hep öyle olmadı mı?