Bu gazetede her gün, bu köşede hemen her hafta eleştirilen iktidar partisi, Türkiye’deki iki seçmenden birinin oyunu aldı...

Bu gazetede her gün, bu köşede hemen her hafta eleştirilen iktidar partisi, Türkiye’deki iki seçmenden birinin oyunu aldı. Üstelik üçüncü iktidar dönemi için...

Bir yığın şey söylenebilir. Barajdan tutun da halkın aslında parti başkanlarının, yani “tek adam”ların belirlediği isimler arasında tercih yapmak zorunda olduğuna... Ya da hazine yardımlarındaki adaletsizlikten seçim arefesinde dağıtılan “yardım” torbalarına kadar bir çok şey... Hiçbiri yukardaki gerçeği değiştirmiyor.

Manzara ortada. Dertlerini dert edindiğimiz yoksullar başta olmak üzere ülkenin yarısı AKP iktidarının devam etmesini istiyor. En azından Türklerin yarısı...

Biz ne kadar neoliberal politikaların yıkıcı sonuçlarından, işsizlikten, güvencesizlikten, gelir dağılımındaki müstehcen uçurumdan söz etsek de sandıktan çıkan sonuç, bütün bunların insanların siyasi tercihlerinde –en azından bu seçimlerde- tayin edici bir önemi haiz olmadığını gösterdi.

Düşünce ve ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamalara, gazetelerin kapatılmasına, gazetecilerin tutuklanmasına, yargının iktidarın kontrolüne girmesine isyan etsek de, belli ki bunlar da halkın –en iyi ihtimalle yarısının- pek umrunda değil. Milliyetçi-muhafazakar reflekslerin yanında özgürlüklerin hükmü olmadığı anlaşılıyor.

Karadeniz’deki seçim sonuçlarına bakın. Hani hidroelektrik santrallerin bütün ekolojik sistemi tarumar edeceği, tarımı bitireceği bir coğrafyada AKP oyları Türkiye genelinin üzerinde. Sadece bugünün değil gelecek kuşakların hayatları üzerinde de tehdit oluşturan nükleer santrallerin yapılacağı Mersin ve Sinop’ta AKP birinci parti.

Hasılı manzara bu.

* * *

Kürt muhalefetinin, eski tâbiriyle “tulum çıkarması” dışında bu seçimlerin umut verici herhangi bir sonucundan bahsetmek abes olur. Kimileri teselli buluyor, AKP’nin anayasayı tek başına değiştirecek sayıya ulaşamadığına bakıp. Tam bir yanılsama! Birkaç gün önceki yazısında Mehmet Yılmaz da işaret etti. Bu memlektekin parlamentosunda “transfer” denilen bir gelenek vardır. AKP’nin kendi tercihlerinden hareketle gerçekleştireceği anayasa değişikliğini referanduma götürmek için ihtiyaç duyduğu milletvekili sayısı sadece dört. Meclisimizin bu “küçük eksikliği” tamamlayamayacak vasıfta olduğunu mu düşünüyoruz? Hayal görmeyelim!

* * *

Şimdi ülkenin önünde kritik bir süreç var; dolayısıyla emekten, demokrasiden, özgürlükten yana olanların önünde de çok önemli sorumluluklar...

Birincisi, yani bugünden yarına en acil olanı...

Karşı karşıya olduğumuz büyük tehlike, başta Erdoğan olmak üzere AKP yönetiminin elde ettiği seçim başarısının ardından, kibirli bir gözükaralıkla Kürt sorununun çözümünü askerî-polisiye yöntemelere tahvil etme ihtimali. Seçim öncesi tutturulan milliyetçi dilin üçüncü iktidar döneminin politikalarına damgasını vurması sürpriz olmayacak. Unutmayalım, AKP iktidarı bugün 70’li yılların Milliyetçi Cephesinin politik mirasçısıdır. Haysiyetli bir barışın tesisi için çaba sarfetmek, mücadele etmek sorumluluğu, bu ülkenin bugünü ve geleceği için samimi kaygı duyan vicdan sahibi herkesin omuzlarındadır. Şu ya da bu ekonomik politikalardan, hayatımızı sınırlayan yasaklardan, adaletsizliklerden geri dönülebilir; ama bir ülkenin halkları arasında yaşanacak boğazlaşmanın sonuçlarından geri dönmek, bunlar olmamış gibi yaşamak mümkün değildir. Ve bu tehlike şimdi her zamankinden daha güçlü bir biçimde kapıda bekliyor.

İkincisi, daha tarihsel bir mesele... Son yenilginin ardından 30 küsur yıl geçtikten sonra bile bırakalım iyi-kötü derlenip toparlanmayı, siyaseten “buharlaşma” tehlikesi ile karşı karşıya olan devrimci sosyalistlerin, artık hakikaten oturup nerede hata yaptıkları konusunda samimi bir hesaplaşma içine girmeleri gerekiyor. İçinde bulunduğumuz zafiyete bakıp, egemenlere boyun eğmeye varan aşağılık bir uzlaşmaya yanaşacak değiliz. Bunu yapan yeterince “ayakçı” var. Ama geçmişteki güzel günlerin avuntusuyla da yaşayamayız. “Son darbenin etkisi”, “zamanın ruhu” falan gibi gerekçelerin arkasına sığınmanın da vakti geçti. Öteden beri sürdüregeldiğimiz yol ve yordamla bu ülkenin insanlarına kendimizi anlatamıyoruz. Belli ki bu şekilde yol almamız artık mümkün değil.

Kimileri bunun karamsar bir yazı olduğunu düşünebilir. Ama daha önce de yazmıştım. Mücadele etmek için ille de umutlu olmak gerekmiyor. Sadece kendimizden razı olmamız için bile dik durmaya, boyun eğmemeye değer.