Bilindiği üzere IMF ile resmi görüşmeler bu ay içerisinde başlatılıyor. Ülkemizdeki IMF’ciler dört gözle bu anlaşmayı bekliyor; anlaşmanın imzalanmasında hemfikirler ancak içeriğinde...

Bilindiği üzere IMF ile resmi görüşmeler bu ay içerisinde başlatılıyor. Ülkemizdeki IMF’ciler dört gözle bu anlaşmayı bekliyor; anlaşmanın imzalanmasında hemfikirler ancak içeriğinde anlaşabilmiş değiller.

Ortada üç grup var. Birinci gruptakiler, köktenci piyasacı olarak değerlendirilebilecek liberal yazarlardan oluşuyor. Bunlar adeta IMF’nin yerli sesi konumundadır, geciktirilmeksizin IMF ile anlaşmaya gidilmesini savunuyorlar ve “IMF ile anlaşmalı ancak ihracata ağırlık verilmeli” diyorlar. Kemerlerin sıkılacak olması bunları hiç rahatsız etmiyor. Yeter ki ülke, iç talebin geriletilmesiyle yaratılan fazlayı ihraç ederek döviz üretebilir bir konuma gelsin.

İkinci gruptakiler yine liberal yazarlardan oluşuyor, ancak onlara son günlerde İstanbul Ticaret Odası (İTO) da eklenmiş durumda (bakınız, İTO Yönetim Kurulu Başkanı M. Yalçıntaş’ın aralık ayı Olağan Meclis Toplantısı’nda yaptığı konuşma. Bu konuşma metni ilgili kuruluşun ağ sayfasında bulunuyor). Bu gruptakiler “Hem IMF ile anlaşma olsun hem de iç talep geliştirilerek ekonomi genişletilsin” diyor. Ellerinde yeteri kadar sağlam da sayılabilecek gerekçeleri var: IMF’nin kendi sitesinde iç talebin canlandırılması gereğine dikkat çeken açıklamaları, IMF baş ekonomisti Olivier Blanchard’ın IMF dergisi Finance and Development’ın son sayısında benzer görüşleri dile getiren yazısı, IMF ile anlaşma yapan Macaristan Başbakanı’nın ülkemizde yaptığı röportajdaki aynı yöndeki görüşleri (Başbakan söz konusu röportajda “IMF kredi vermek için hiçbir ön şart getirmedi” diyor). Bunlara son olarak IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn’ın geçtiğimiz günlerde Madrid’de yapılan toplantıda benzer yöndeki konuşmasını da ekleyebiliriz. Bu gruptakiler, bu gerekçelerden hareketle IMF’nin “iç talebin genişlemesine” itiraz etmeyeceği düşüncesini taşıyor.

Üçüncü gruptakiler ise her ne koşulda olunursa olunsun “IMF ile yola devam edilsin” diyor. Başta TÜSİAD olmak üzere, sermaye çevreleri bu grupta yer alıyor. Geçen hafta da ifade ettiğimiz gibi, hükümet gecikerek de olsa bu gruba katılmış bulunuyor (2009 Bütçesi’nde 3 milyar TL’lik bir kesintinin yapılmış olması, IMF ile her koşulda yola devam edileceğinin kesin bir kanıtı olmaktadır).

Burada IMF’nin tutumu açısından gerçekçi olmayan tek yaklaşım, ikinci gruptakilerinkidir. Gerçekçi bir değerlendirme için, IMF’nin ne dediğinden çok ne yaptığına bakmak gerekiyor. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Türkiye ile ne tür bir anlaşma yapılacağı, Ukrayna, Pakistan ve Macaristan’la yapılan anlaşmalardan çok açık bir şekilde görülüyor. Bu ülkelerle yapılan anlaşmalardan çıkan ortak mesaj özetle şu: Kemer sıkıcı ve ekonomiyi soğutucu istikrar önlemleri almak koşuluyla krediyi cebinizde biliniz.

Bunun için müneccim olmaya gerek yok; Türkiye de IMF ile anlaşacaksa kaçınılmaz olarak benzer önlemleri almak zorunda.

Bu arada hemen bir not düşelim. İkinci gruptakilerin ileri sürdüğü gibi (anlaşılan Macaristan Başbakanı’nın söylediği ile yetinmişler) Macaristan’a açılan IMF kredisi koşulsuz değildir. Tam tersine mali disiplinin daha da artırılması ve kamu harcamalarının milli gelirdeki payının küçültülmesi koşulu getirilmektedir. Payın küçültülebilmesi için kamu sektöründeki nominal ücretlerin sabit kalacağı ve kamu çalışanları için verilmekte olan mevcut 13. maaş uygulamasının kaldırılacağı taahhüdü veriliyor.

Bizden duyurması ve bilgilendirmesi. Gerisi IMF’cilerin bileceği iş…