Sorulardan çok cevaplarla yaşama alışkanlığının yaygın olduğu 70’li yıllarda ne farklı siyasi görüşlerin temsilcileri bir araya gelebilirdi,

Sorulardan çok cevaplarla yaşama alışkanlığının yaygın olduğu 70’li yıllarda ne farklı siyasi görüşlerin temsilcileri bir araya gelebilirdi, ne de işçi ve işveren örgütlerinin yöneticileri.
Sanki onca zaman yaşanmamış ve onca can kaybedilmemiş gibi aynı keskin tavır ve söylemleri bugün de sürdürenler var. Ama ders çıkaranlar ve “bir şeylere karşı” değil, “bir şeyler için” mücadeleyi öne çıkardığından dolayı en geniş diyaloglarda yarar olabileceğini görenler de az değil.
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ve Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) yöneticileri arasında yapılan görüşme, zamanın öğrettiklerine ve akılcı politika iradesine iyi bir örnek oldu.
1971’de kurulan TÜSİAD ve ondan 4 yaş büyük olan DİSK, geçmişte siyasi barikatların farklı yanlarında bulunuyordu.
1979’da gazetelere verdiği ilanlarla Bülent Ecevit hükümetinin düşürülmesinde önemli rol oynayan TÜSİAD, sonradan Özal politikalarının ana savunucularından biri olmuştu.
“DGM’yi ezdik sıra MESS’te”, “Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı”... Bunlar, o dönemlerde DİSK’li işçilerin sevdiği sloganlardandı.
Zaman değişti.
AKP’nin “Sen işçisin, sen karışma, işine bak”, “Sen işadamıysan otur oturduğun yerde, siyasetle uğraşma” türü klişelerle farklı görüşleri sindirmek istediği bir ortamda, sivil toplum örgütleri arasındaki işbirliği kat kat önem kazandı.
İşsizlik sorununun çözümünden yeni anayasa hazırlığına, Kürt meselesine yaklaşımdan AB üyeliğine kadar bir dizi konuda STÖ’ler ve siyasi partiler arasında diyalogun genişletilmesi zorunlu hale geldi.
Bu şartlarda Ümit Boyner’in başkanlığındaki TÜSİAD’ın “ses getirip ezber bozduğunu” söyleyen DİSK Başkanı Süleyman Çelebi, çok farklı çıkar gruplarını temsil etmelerine karşın işbirliği yapacaklarını açıkladı. Çelebi’nin, “doğruları kimin söylediğinden çok, ne denildiğinin önemli olduğunu” vurgulaması anlamlıydı.
TÜSİAD ve DİSK arasında başlayan işbirliği süreci bütün Türkiye’ye örnek olmalı. Özellikle de sığ tartışmalarla gündemi işgal eden ve kendi aralarında bir araya gelmeyi beceremeyen siyasi parti liderlerine.

Merak etmeyin, casus belli değil*
Casus öykülerinin müşterisi bol olur. Casus filmlerinin de. Olmasaydı 1952’de Ian Fleming tarafından yaratılan İngiliz ajan karakteri bugüne kadar 22 filmde toplam 1.5 milyarı aşkın seyirciye ulaşabilir miydi?
En ünlü James Bond filmlerinden biri ‘Rusya’dan sevgilerle’ adını taşır. Bir bölümü İstanbul’da geçen filmde, güzel bir Rus casus kadın (Tatyana Romanova) James Bond’u (Sean Connery) öldüreyim derken ona âşık olur. Sonrasında Rus casuslar için içler acısı gelişmeler yaşanır.
Pek bilinmeyen bir ülke olan Rusya, Soğuk Savaş yılları casusları, güzel Rus kadınları... Bunlar Batı’da her zaman ilgi duyulan, ama çoğu kez birbirine benzeyen yüzeysel yöntemlerle tasvir edilen konulardır.
•••
İçinde bol casusun, ABD ve Rusya’nın, hatta İstanbul’un bile geçtiği, bir tek James Bond’un eksik kaldığı bir öykü, son zamanlarda büyük gürültü kopardı. Ama bütün öteki casus skandalları gibi o da tarihin unutulanlar sepetine doğru yollanmaya başladı.
Yakında ne on bir Rus casusunun deşifre edilmesi yüzünden Obama ile Medvedev’in birbirine küseceğini düşünen/uman “siyaset acemileri”nin (bu kavramı Başbakan’dan çaldım) sesi çıkacak, ne de olayı tam anlamadan banal bir magazin haberine dönüştüren “tatlı su medyası”nın. (Gerçi onun son bir ümidi var: Güzel Rus casus Anna’nın ajanlıktan artistliğe terfi etmesi.)
Sonuçta olay kapanır. Savaş mavaş çıkmaz. Bu tür “ajan skandalları” da artık “casus belli” sayılmaz. (* Casus belli: “Savaş nedeni” anlamında kullanılan Latince bir ifade.)
•••
Aslında insanın “nerede o eski casus öyküleri” diyeceği geliyor. Böyle içine magazinmiş, cinsellikmiş, bir sürü yabancı madde karıştırılmazdı eskiden.
Örneğin, 1960 yılında Sovyet toprakları üzerinde düşürülen (ve kimilerince İncirlik’ten kalktığı iddia edilen) Lockheed U-2 casus uçağının pilotu Francis Gary Powers ile KGB casusu Rudolf Abel, 1962’de Doğu Almanya’daki Glienick Köprüsü’nde takas edilmişti.
Aynı köprüde 1985’te 23 CIA ajanı, KGB’li 4 meslektaşları ile yer değiştirmişlerdi. Sonradan İsrail’de defalarca bakanlık yapan Natan Şaranski de 1986’da, aynı yerde birkaç ajan karşılığında serbest bırakılmıştı.
•••
Ama beni en fazla etkileyen, Şili Komünist Partisi lideri Luis Corvalan’la Sovyet rejimi karşıtı Vladimir Bukovski’nin değişimi olmuştu.
General Pinochet’nin Salvador Allende’yi devirmesinden sonra tutuklanan Corvalan, insan hakları savunucusu Andrey Saharov’un önerisinin kabul görmesi sonucunda 1976’da Zürih’te Bukovski ile takas edilmişti. Olay dünyada büyük yankılar uyandırmıştı. Uzun süre SSCB’de yaşayan Corvalan, 1983’te plastik operasyonla yüzünü değiştirdikten sonra “illegal”, 1989’da diktatörlük döneminin bitmesiyle de “legal” olarak ülkesine döndü. Aynı yıl 30 yılı aşkındır sürdürdüğü parti liderliğini bırakan Corvalan bugün 94 yaşında.
Zamanında defalarca Sovyet rejimine karşı eylemler yapan, bu arada psikiyatrinin tutuklulara karşı baskı amacıyla kullanıldığını kanıtlayan, ömrünün 12 yılını hapislerde geçiren Bukovski ise şimdi 68 yaşında. Hem yaşadığı İngiltere’de hem de Rusya’da siyasi faaliyetlerine devam eden ünlü yazar, 2008’de Rusya devlet başkanlığına aday olmuş, ancak seçimlere sokulmamıştı.

Güzin Abla, Haydar Dümen, Ayşe Arman...
Halkı en iyi tanıyan ve ona istediği (ya da istemesi gereken) medya hizmetini en iyi veren Doğan Grubu olmalı. Tüm zamanların en popüler konusu olan kadın-erkek ilişkilerinden cinsellik sorunlarına kadar geniş ve hassas bir yelpaze, en iyi bu grupta değerlendiriliyor.
Bu yolda farklı ekoller ve farklı üsluplardan isimler yaratıldı veya onlara büyük şans verildi. Güzin Abla, Haydar Dümen ve Ayşe Arman, bu alanın birbirinden farklı üç değişik temsilcisi oldu.
“Güzin Abla” diye 40 yıldır akıllara kazınan köşe yazıları, sorunlu okurların soru ve dertleri ile onlara verilen anlayışlı, sabırlı ve hoşgörülü cevaplardan oluşuyor.
Güzin Sayar (1921- 2006) ve 1998’de bayrağı ondan devralan kızı Feyzan Algan, üç kuşaktır Dame de Sion Fransız Kız Lisesi’nde okuyan kültürlü bir ailenin üyeleri. Eşleri tarafından iki kez terk edilen Güzin Hanım, deneyimlerini okurlara anlatırken hep anlayışlı olmaya ve romantik okurlara özel yer vermeye gayret eder. “Ah benim sevgili yavrum” türü hitaplarıyla ünlüdür.
Kimilerince “Türkiye’ye seksi öğreten adam” olan Haydar Dümen’de ise romantizme yer yoktur. Onun Posta gazetesindeki köşesi cinsel içerikli binlerce sorudan adeta yorulmuştur. O da “benim sevgili yavrum” dese bile, çoğu kez “ayar verme”, “bu kadar da olmaz” tepkisini gösterme, hatta okurun cehaletiyle alay etme havasındadır.
Bir hafta önceki köşesinde “bir gecede tam 17 kez boşaldığını” söyleyen arkadaşından bahseden okuruna verdiği cevap bunu gösteriyor: “Sayı saymasını bilmiyor olabilir. Biliyor da olabilir. Bundan sana ne? Geçende bir adam dişiyle 30 tonluk bir kamyonu çekti. Bundan da bana ne?”
Dış görünüşüyle Einstein’ı andıran 79 yaşındaki Dümen, giderek cinsel içerikli parodiye dönüşmüştür ve köşesi büyük ölçüde mizah sayfası olarak algılanmaktadır.
Güzin Abla ve Haydar Amca’dan farklı olarak bizzat Hürriyet gazetesi yönetimi tarafından ustaca kullanılan teknolojiler, oluşturulan yardımcı ekipler ve sürekli olarak sağlanan fırsat öncelikleri sayesinde yaratılan yüksek değerli bir medya ürünü olan Ayşe Arman ise bambaşkadır. O hem Güzin Abla’nın hem de Haydar Amca’nın sahalarına rahatlıkla dalabilmekte, henüz 40 yaşında olmanın avantajını ve kendini kent aydını olarak gören okurlarla “samimi diyalog içinde olma” görüntüsünü başarıyla kullanmaktadır.
Arman, yalnızca Türkiye’nin geri kalmışlığı sonucu hâlâ tabu olarak kalan birçok konuyu yazabilme “cesareti” ile değil, kendisini güncel haberlerin çok daha üstünde bir “gazetecilik malzemesi” yapması ile de ünlüdür. Hayatı, ilişkileri, ailesi, vücudu (Nihat Odabaşı’na verdiği “özel pozları”), cinsel deneyimleri, kısaca her şeyi, “potansiyel tiraj kaynağı” olarak kullanılabilir.
Ne var ki, kalemi ve görüntüsüyle “sıradışıyım ve çılgınım” vurguları ile kendine yol açan, yüksek enerjisi ve sezgi gücüyle sitcom medyasının zirvesine oturan Arman’ın “sıradışılığı” da giderek sıradanlaşmaya başlamıştır. Gerçi seçtiği alan, sahip olduğu yetenek ve avantajlar, bu arada kendisine rakip olarak öne sürülenlerin kötü kopyalar olmaktan öteye gidememesi nedeniyle Ayşe Arman “bu piyasada” daha epeyce söz sahibi olacağa benziyor. Ama Güzin Abla ve Haydar Dümen’in sessiz çöküşleri gibi, onun da yazılarında sık sık kendini tekrarlaması, mülakatlarında aceleci ve özensiz davranması, giderek Doğan Grubu’nun onun yerine yeni medya kahramanları yaratma çabalarını güçlendirebilir.