ABD’nin askeri güçten ekonomiye, bilimden eğitime, teknolojiden sanata, ne yana baksanız dünyanın açık ara lideri olduğu belli; dünya üzerinde kurduğu

İmparatorluk’ta seçimler ve anlamı?

 

ABD’nin askeri güçten ekonomiye, bilimden eğitime, teknolojiden sanata, ne yana baksanız dünyanın açık ara lideri olduğu belli; dünya üzerinde kurduğu hegemonya da ortada. Bu nedenle ABD’ye dünya imparatorluğu dense yeridir. Örneğin salı günü ve gecesi, birçok kanaldan neredeyse kendi ülkemizdeki bir seçim gibi izlemedik mi Amerika’da olup bitenleri?

 

Aslında pek lafı edilmeyen,  fakat en etkili hegemonyası da kültürel üstünlüğünden gelmekte. Kimimiz kapitalist sistemin ve neo-liberal politikaların küresel ölçekte güç kazanmasındaki rolünü eleştiriyoruz; kimimiz şu veya bu ülkedeki askeri müdahalesine kızıyoruz. İyi de, bilim, teknoloji, enformasyon, eğlence, boş zaman kullanımı gibi birçok alanda karşımıza çıkan etkisine ne demeli? Dünyanın büyük bir bölümünde dilinin kullanılmasını, üniversitelerinde onun diliyle, onun kaynakları kullanarak eğitim yapılmasını, edebiyattan sinemaya her sanat dalında peşinden gidilmesini ne yapmalı?

 

Kısacası ABD’nin imparatorluğu, siyasal hegemonyası ve bunun ardındaki askeri ve ekonomik güçten ibaret değil.  Sağladığı hegemonyanın bir de teknolojik ve kültürel boyutu var ki, Said gibi, “sömürgecilik büyük ölçüde sona ermiştir, emperyalizm ise..... bir tür genel kültür anlamında belirli siyasal, ideolojik, iktisadi ve toplumsal uygulamalarla varlığını sürdürmektedir. [1]demek doğru olur. Bu öyle bir hegemonya ki, dili, kavramları, yaşam alışkanlıkları, beğenileriyle dünya devinden devşirilenler kullanılıyor her yanda. Tek tek insanlar yaşam anlayışları, istekleri, hülyaları ile bu hegemonyanın taşıyıcısı konumunda. Tarihte hangi imparatorluk böyle bir güce sahip olabilmiştir?

 

Gerçi, Çin gibi, Rusya gibi ABD karşısında yükselen güçlerden söz edildiğini duyuyoruz çok zaman. Ancak “güvenlik, üretim, finans ve bilgi” gibi çok temel güç kaynaklarına bakarsak, bu alanların hiç birinde herhangi bir ülkenin ABD ile rekabet edecek durumu yok bugün. 

 

Forbes’in yayınladığı dünya milyarderler listesine baktım örneğin. 2012 Milyarderler Listesi’nde, 100 milyarderin 35’i ABD’li; en zengin 10 içinde de 3 ABD milyarderi var. Onu izleyen Rusya’nın dünya listesine giren milyarder sayısı  11; Almanya’nın ise 7.

 

Yani, dünyada  ahval ve şartlar ciddi biçimde değişmezse, ABD’nin gücünü daha uzun süre koruyacağını beklemek gerekir. Ahval ve şartların değişimi derken, acaba ABD’deki seçimler böyle bir değişimi işaret ediyor mu diye de düşündüm.

 

Seçim öncesi ve sonrası yapılan analizler, ABD’de toplumsal-ideolojik bir bölünmeden söz ediyor. Hep vardı denilebilir belki, ancak günümüzdeki görünümü daha net. 

 

 

Örneğin NewYork Times Gazetesi’nin editoryal  yazısında, zenginler ve beyazların Romney’i , yoksullar ve büyük çoğunlukla Afrika kökenli Amerikalı ile Hispaniklerin de Obama’yı desteklediğinden söz ediliyor. Bunun gibi, konut piyasası ile işsizliğin ülkenin en büyük sorunu olduğunu söyleyenler Obama’ya, vergilerden yakınanların ise Romney’e oy vermiş. 

 

Seçimden önce NBC’nin yaptığı bir kamuoyu yoklamasında da [2] görüşülen kişilerin yüzde 54’ü ABD ekonomisinin zengini kayırdığını, yüzde 52’si de Romney’in zenginden yana olduğunu söylüyor. Obama’nın zenginden yana olduğunu söyleyenler yüzde 10’da kalırken, yüzde 43’ü orta sınıftan, yüzde 31’i de yoksuldan yana olduğu düşüncesinde.

 

Seçimlerle, Amerikan toplumuyla ilgili analizler, değerlendirmeler çok. Özetle söylersek, çoğunda Obama’nın kazanmasında oto endüstrisinin canlandırılması, yeni işler yaratılması, genel sağlık sigortasının getirilmesi- buna healtcare yerine Obamacare de deniyor- göçmenlere oturma serbestisi ve vatandaşlık hakkı tanınması gibi politikaların rolünden söz ediliyor.  Buna karşın, bu politikalara karşı çıkan ve örneğin göçmenlerin defedilmesini, vergilerin indirilmesini, bütçe kısıntılarını isteyen önemli bir kesim de var; onların adayı da Romney.

 

Destekleyicileri de değişiyor tabii. Örneğin Forbes’in 400 kişilik Amerikalı milyarderler listesinden 38 kişi Romney’i desteklerken, Obama’yı destekleyen milyarder sayısı 7. Bununla beraber, Obama’nın Romney’den fazla bağış topladığını da unutmamak gerek.

 

Sonuca gelirsek, Amerikalı seçmenlerin yüzde 60’nın vergilerin artması, genel sağlık sigortasının devamı, işsizlikle mücadele, göçmenlerin topluma kabulünden yana  bir seçim yaptığını söyleyebiliriz. Şimdi mesele, bunların ne kadar gerçekleştirileceği? Örneğin geçmiş dönem açısından, Obama’nın parlak bir başarı göstermese de inandırıcılığını yitirmediği ve bu nedenle ona ikinci bir şans tanındığı da söylenenler arasında. 

 

Tabii, iki yaklaşım arasındaki ayrımı fazla abartmamak da gerek. Sonuçta, ekonomik açıdan biri liberalizm sevdalısı ise, ötekine de “sosyal liberal” diyebiliriz. Uluslararası ilişkiler ve dünyadaki rolleri açısından ise, ikisinin de ABD hegemonyasının sürdürülmesinden yana olduklarına kuşku yok. Belki yöntemleri değişebilir.

 

Söylenecek daha çok şey var kuşkusuz. Çok kişinin, bu seçimlerin uluslararası ilişkiler ve Türkiye açısından anlamı üzerine yoğunlaştıkları da görülmekte. Benim ki biraz farklı. Ben, bu seçimlerin, uzun süredir kimlik, kültür, aidiyet meseleleriyle unutulan, ya da unutturulan “bölüşüm” meselesinin yine siyasal seçimlerde başat bir yer aldığını vurgulamak istiyorum. Belki hep oradaydı ama en azından üstünün örtüldüğünü görüyorduk; artık örtü kalkmış, ayan beyaz “bölüşümdeki adaletsizlik”  konuşulmaya başlanmış durumda. Bunu görmezlikten gelemeyiz. 


[1] Edward Said, “Culture and Emparialism” Hil Yayın, 1998.
[2] Patrick martin, “Obama wins reelection”, World Socialist Web Site,7 Kasım 2012.