Elbette her şey benim de yakından izlediğim bir geziyle başlamadı. Ama orada başlad

Eğer kendinize ve ideolojinize güveniniz tamsa, safınızı çoktan belirlemişseniz, bu mesleği de bir ikbal aracı olarak kullanmamış, kullanmıyor, istismar etmiyorsanız, bu işte bazı risklere girmekten çekinmeyeceksiniz. Nasılsa sınıfsal bakışınız, nasılsa Marx'lar, Lenin'ler, daha yenilerden Foucault'lar filan da size bu risk yolculuğunda yazdıkları ile eşlik edecektir. Yalnız kalmayacaksınızdır. Bilgi, birikim, bunlar ne sağlam bir zırhtır ideolojik ve mesleki bir risk yolculuğunda.

"Risk yolculuğu" diyorum birazdan sözünü edeceğim bu yolculuk için çünkü çok iyi tanıdığım, epeyi dost sahibi olduğum bir bölgeye siyasi görüşlerimin 180 derece farklı olduğu biriyle gidiyordum.

Risk, biraz önce değindiğim güçlü dayanaklarım nedeniyle kendi kendimle, kendimle ilişkimle ilgili bir şey değildi tabii. Ama yanlış anlaşılabilirdim işte. Bundan biraz çekmiyordum galiba.

MİLLİYETÇİLERE ŞOK TEDAVİSİ
Hayırlısıyla bitti yolculuk, hayırlısıyla yanlış anlaşılmadım dostlarım, okurlarım nezdinde, hatta hayırlara vesile bile oldu galiba bu yolculuk bugün baktığımda. Buna inanmak istiyorum nihayetinde.

Şöyle başladı bu yolculuk: 2005'in ilk aylarında Akşam gazetesindeki köşemde yazdığım sol söylemli ve barış yanlısı yazılar, katıldığım bazı barış inisiyatifleri nedeniyle bana karşı gazete içinde başlatılan kampanya hâlâ dinme-mişti. Hâlâ duvarlara aleyhimde duyurular asılıyor, hâlâ gazetenin "faşist müsveddesi" köşe yazarları ağırlıklı olarak belaltı vurmayı sürdürüyorlardı. Umusamıyordum tabii hiç birini. Bunları da umursarsak artık...

İşte o sırada birgün gazeteye DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar geldi. Uzun yıllardır gitmediği Güneydoğu'ya yakınlarda bir ziyarette bulunacağını, benim bu geziyi izlemek isteyip istemeyeceğimi sordu. Bir gazeteci için cazip bir teklifti.

O gün uzun uzun Kürt meselesini konuştuk Ağar ile. Yaklaştık, uzaklaştık, yaklaştık, uzaklaştık konuşma boyunca.

Sonra işte araya o Mersin'deki bayrak provokasyonu girdi. 2005 Newroz'undaki. Ciwan Haco, İstanbul'daydı. Diyarbakır'da konser vermiş, Norveç'e gitmeden önce burada birkaç gün geçirecekti. Çoğu bırakın Doğu'yu, İstanbul'un Anadolu yakasına geçmeyi ya da tarihi yarımada ve ardına gitmeyi bile bir degrade olma addeden Nişantaşılıların binalarının cephelerine astığı dev Türk bayraklarının altında bir röportaj yaptım Haco ile. Sonra uzun uzun oturduk o gece o semtte bir lokantada. Hasip Kaplan filan da katıldı meclise.

Neyse uzatmayalım; Ciwan Haco'nun barış mesajları verdiği, "Sezen Aksu'nun şarkıları bile yeter Türklerle Kürtler'i bir arada tutmaya" dediği bu röportajın yayımlandığı günün akşamı (27 Mart 2005) telefonum çaldı ve ertesi gün Ağar'ın o benim artık gerçekleşmesinden umudumu kestiğim gezisinin başlayacağı haberi verildi. Sabah havaalanında olmalıydım. Havaalanında bu geziyi izleyecek tek gazeteci olduğumu öğrenince hem şaşırdım, hem sevindim, hem de tedirgin oldum.

Sonrası işte çoğunuzun malumu: Ağar, gittiği kentlerde halkı Kürtçe selamlıyor, Kürt meselesinde o güne kadar kendisinden beklenmedik açılımlar vaadediyor, medyanın da kışkırtmasıyla iyice istim üstünde olan milliyetçi ve statükocuları şoke ediyordu. Batman'da kameraların karşısında Kürtçe türkü söylemesi ise tuzu biberi olmuştu bu şok tedavisinin.

Bugün hâlâ internette "Kürtçü" olarak adlandırıldığını bazı sitelerde, Ağar'ın bu geziye sadece beni davet etmiş olmasına mana aranıyor, manasızlık bulunuyor.

Ben ise bir kere bile "Ne mana?" dememiştim, demedim bu geziye davet edildiğimde. Benim için önemli olan gezi boyunca gördüklerimi yazılarımda, haberlerimde nasıl anlamlandıracağım, bu gezide duyduklarımın Türkiye Barış Süreci" açısından ne anlam taşıyacağıydı.

TEK ATIMLIK BARUTSA
1 Nisan 2005 tarihli Akşam gazetesinde yayımlanan köşe yazımı kaleme alırken Batman'da bir otel lobisinde, imdadıma Michel Foucault yetişti. Uzunca bir alıntı o yazımdan:

"(...) Türkiye'nin yakın tarihinde 'düşük yoğunluklu içsavaş' olarak tarif edilen süreçte çatışmanın taraflarından birinin önde gelen isimlerinden oldu Mehmet Ağar. Ve 'yüksek yoğunlukta bir ilişki' kurdu Kürt toplumunun bütün katmanlarından yurttaşlarla. Dağdakilere kadar bütün Kürt yurttaşlarımızı tanıdı, dağlara kadar bir dönemin bütün bir şiddet coğrafyasını adım adım gezdi.

Michel Foucault, 'Cezalandırma ve Gözaltında Tutma' adlı kitabında cezaevlerinin insan psikolojisine dair nasıl bir engin bilgi üretimi merkezi olduğunu örnekleriyle anlatmıştır. Neden bir çatışma ortamı, bir savaş süreci de bilgi üretmesin? Ki üretmiştir, sağlamıştır. Ve Ağar bu bilgiye sahiptir işte.

Şiddetin doruk noktasında olduğu bir dönemde edinilmiş bu bilginin büyükçe bir kısmını kendine saklamış ya da sadece belirli merci ve makamlara sunmuş olabilir o dönemin Ağar'ı. Şimdi de artık hiçbir zaman bizimle paylaşmayacak olabilir. Ama bugün, Türkiye'nin bu yeni döneminde, Türkiye toplumunun kendisiyle barışmaktan başka bir yolunun olmadığının aklıselim sahiplerince açıkça görüldüğü bu yeni süreçte yine de kullanabileceği, kendi deyimiyle 'meseleyi okumakta' ve anlatmakta ve tartışmakta kullanabileceği epey büyük bir miktar bilgiyi hazır tutuyor bir siyasi parti lideri olarak. Elinde. Kişisel arşivinde, dağarcığında.

Tam da Türkiye demokrasisinin provokasyonlarla zorlandığı bir haftada Kürt nüfusun yoğun olduğu Doğu ve Güneydoğu kentlerinde işte bu bilgisinden bolca yararlandı Ağar.

(...) Artık bu meselenin, Kürt meselesinin barış ve demokrasi dışında bir çözümü olmadığına, olamayacağına dair işin erbabının attığı bir işaret fişeğidir. İşaret fişekleridir bunlar. (...)"

Nitekim ertesi gün Hasankeyf te kendisiyle yaptığım ve 3 Nisan 2005 günü yayımlanan söyleşi sırasında da şöyle diyordu Ağar: "(...) Ben bu meselenin bir daha ortaya çıkmayacak şekilde çözülmesinin yolunun demokrasi olduğuna, daha fazla demokrasi olduğuna, daha fazla özgürlük, yönetime ortaklık, sorunları müşterek olarak ele almak olduğuna inanıyorum. (...) Herkesi anasının karnından doğduğu gibi kabul etmeliyiz bu ülkede, kimseye şekil, nizam vermeye kalkışmamalıyız. (...)"

Bunları yazarken korkuyordum da ama tek atımlık barut kalmasından Ağar'ın bu çıkışlarının. Benim de şapa oturmamdan böylelikle. Ama öyle olmadı. Ağar'ın, savaşta edindiği, şiddettin ürettiği bilgiyi kullanımı sürüyor.

Türkiye Sosyalist Hareketi elbette çok haklı temkinli izlerken bu yeni çizgiyi.

Sorunu çok daha doğrudan hisseden ve acil çözüm ihtiyacı içinde olan Kürt politikacıları elbette hemen 10 adım atacaklar kendilerine bir adım atana.

Ama her halükarda ve son kertede Ağar'ın bu yeni söyleminde Türkiye Barış Güçleri'nin mücadelesinin payı büyüktür.

Dediğim gibi, hayırlara vesile olsun.