Anadolu’da güzel bir laf vardır,”Tilki vaaz veriyorsa kazlarına dikkat et!” derler. Tilki bu kriz günlerinde vaaz veren sesini bir hayli yükseltti. Bunu hem dünya genelinde...

Anadolu’da güzel bir laf vardır,”Tilki vaaz veriyorsa kazlarına dikkat et!” derler.

Tilki bu kriz günlerinde vaaz veren sesini bir hayli yükseltti. Bunu hem dünya genelinde hem de kendi coğrafyasında kendi halkına karşı yapıyor. Kriz saptamamıza bu da nerden çıktı diyenler olabilir. Zira kriz dendiğinde doğrudan ve hızlı bir biçimde bir alt üst oluş akla geliyor genellikle. Oysa neredeyse bir yılı aşkın bir süredir dünya genelinde yaşanan, ağır ilerleyen, süreğen bir kriz söz konusu. Üstelik bu süreğenliğin ne kadar süreceği de  belirsiz. Bu süresi belirsiz süreğen kriz ortamında kapitalizm iktisadi, siyasi, askeri ve sosyal çöküntüsünü aşmanın yollarını arıyor. Bu süreğenlik yatalak hastalar gibi vücudunun çeşitli yerlerinde yaralar açıyor. Elbetteki bu ağrıyı da kendisinden çok yoksul halklara çektiriyor. Çökme sinyalleri veren sistemin altından kendini kurtarmaya çalışırken merkez ülkeler dahil halkları bu enkazın altına doğru sürüklüyor.

İşte 2008 yılı başında İngiltere’de Northern Rock’un “kamulaştırılması” ile başlayan ve yine aynı günlerde ABD’de Dauglass National Bank ile başlayıp bu ay başında Fredie Mac ve Fanie Mae’nin “kamulaştırması” ile süren ve daha da süreceği işaretlerinin olduğu devlet müdahaleleri. Diğer yandan enerjide ve gıda da her geçen gün artış gösteren fiyatlar. Siyasi ve askeri arenada karşılıklı restleşmeler, daha da ötesi çatışmalar.

Dikkat edildiyse yukarıda kamulaştırma sözcüğünün tırnak içinde yazıldığı görülecektir. Zira gerek İngiltere’de gerekse ABD’de yapılanlar (her ne kadar buna sosyalist uygulama benzetmeleri yapılıyor olsa da) aslında kamulaştırma değil. Daha önceleri Türkiye gibi çevre ülkelerde de uygulana gelen neoliberal iktidarların sermayeyi kurtarma operasyonlarıdır. Bu kamulaştırma değil kamburlaştırmadır. Küresel kapitalizmin karlar sermayeye zararlar halka anlayışı ile zararları halkın sırtına yükleme onu giderek daha da kamburlaştırma eylemidir.

Yakın geçmişte Türkiye halklarına en az otuz milyar dolar olarak fatura edilen banka kurtarma operasyonları ABD’de bir triyon doları aşan bir miktar olarak  ABD’nin ezilen yoksul kesimine fatura edilmekte. Elbetteki bunun dünya ölçeğinde derinleşen sosyal etkileri de olacaktır.

Bu yıl başından bu yana Türkiye’deki enerji fiyatlarındaki artış aslında başta İngiltere olmak üzere Avrupa ve diğer  merkez ülkelerde de yaşanmaktadır. Bir yandan fiyatlar artarken diğer yandan da vergiler ( özellikle yerel yönetim vergileri) ve sigorta primleri artmaktadır.Bu çift yönlü ekonomik baskı aslında neoliberal piyasa uygulamalarının sonucudur. Artık toplumda piyasa ekonomisi ve özelleştirmelerin kalite ve ucuzluk getireceği söylemi karşılık bulamamaktadır.

Bu süreğen kriz ve çöküntü kaçınılmaz olarak daralmakta olan pazarı paylaşım kavgası ile enerji kaynaklarını ve yollarını güvence altına alma kavgasını tetikleyecekti. Nitekim öylede oldu. Kafkaslar’da yaşananlar, Asya’daki gelişmeler  bunun göstergeleri. Enerji kaynakları ve enerji yolları açısından en az Ortadoğu kadar önemi olan Asya coğrafyasında hegemonya çatışmaları giderek yükselmektedir. ABD’nin Rusya’yı yalnızlaştırma ve çevresini NATO vb yollar üzerinden çevirme girişimleri yeni çatışmaları getiriyor. Yakın geçmişte Gürcistan’da ABD’nin mevzi kaybetmesi, Ukrayna’da işlerin istediği gibi gitmemesi üzerine ABD bu kez Türkiye’ye yeni bir rol biçmiştir. ABD’nin Doğu Avrupa ve Kafkaslar’daki ataklarına Rusya Şanghay İşbirliği Örgütü, Hindistan ve İran yakınlaşmasıyla yanıt vermektedir. ABD ise Moskova’nın arka bahçesinde bir çorba pişirme eylemini tezgahlıyor. Bu çorbanın içerisinde Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan ve Türkiye bulunuyor. Abdullah Gül’ün Ermenistan ziyareti ve sonrasında ABD’de üç ülkenin dışişleri bakanlarının toplantısı çok açık bir biçimde bir ABD tezgahını işaret ediyor. Bu tür gelişmelerde sosyalistler daha akılcı olup, acele etmeden, inisiyatif kullanarak kendi sosyalist politikaları çerçevesinde hareket edebilmelidir.

Yoksa bilinçsizde olsa emperyalizm adına hazırlanmış çorbaya tuz olma konumuna düşmekten kurtulamazlar.