Foça’da Orak Adası’nın hemen batısında siren kayalıkları vardır. Şiddetli rüzgâr günlerinde kayalıklardan insanı etkileyen büyülü bir rüzgâr sesi gelir. Homeros’un....

"Yarın ne olur bilirim ben

bahar gelir, otlar büyür

ölüm de yapraklanır.

Bir dağ bulur uzun uzun bakarım

bir çam ağacı gölgesi

güzel kokular veren

bir damla güneş görünce

sana da gülümseyeceğim yarın.

 

Şimdi senin uzanıp yattığın otlarda

yarın yeni bir yeşillik büyüyecek..."

 

Arkadaş Zekai Özger

 

Foça’da Orak Adası’nın hemen batısında siren kayalıkları vardır. Şiddetli rüzgâr günlerinde kayalıklardan insanı etkileyen büyülü bir rüzgâr sesi gelir. Homeros’un Odysseia Destanında bu kayalıklarda kuş vücutlu, kadın başlı sirenlerin yaşadığından söz edilir. Denizlerin bu peri kızlarının o kadar güzel, büyülü sesleri varmış ki duyanı seslere yönelmeden edemezmiş. Ne var ki sese yönelen her gemici, siren kayalıklarında parçalanır can teslim edermiş. Denizciler o büyülü sesli, güzel denizkızlarının söylediği şarkılarla giderlermiş yeraltı dünyasına… Ramazan başladı. Türkiye’de de yüz binlerce Müslüman alınları secdede, Deniz Feneri’nin (sözünü ettiğimiz Ahırkapı Feneri değil şu malum Deniz Feneri) ve de AKP ampulünün uhrevi sesine, tıpkı sirenlerin sesine kendini kaptıran gemiciler gibi kendilerini kaptırmış durumdalar.

Yüz binlerin alnı aldatılmışlık ve çaresizlik secdesinde olduğu gün sevgili Butto’muzun alnı yıldızlarda idi.

Devrimciler aynı günlerde yol arkadaşları, Ali Başpınar ’ı yıldızlara uğurladı. Geçtiğimiz cumartesi günü Ankara’da düzenlenen bir tören sonrasında Çerkeş’te toprağa verdik kendisini. Cenaze törenleri genelde insanların pek çok ayrılığı, kırgınlığı, dargınlığı bir kenara bıraktığı insani değerlerin ön plana çıktığı anlardır. Bu zamanlarda insanlar birbirlerini sevmeseler bile ölenin kişiliği/ismi etrafında bir araya gelir. Bu cenazede de benzeri durum söz konusu idi. Fakat aynı zamanda bunun çok ötesine geçen bir devrimci önderin, bir devrimci tarihin, bir dayanışma örneğinin, var olan bir gerçeğin, bir volkan patlaması gibi tezahürü idi gerçekleşen.

Tüm cenaze törenlerinin aksine hüzün çok arkadan geliyordu. Cahit, ölüme değil yaşama bağlanan bir yüreğin son dakikalarına kadar nasıl hayatı örmeyi sürdürdüğünü haykırıyordu kürsüden. Başpınar’ın cenazesinde aynı pınardan doğup bu gün başka sulara karışmış olanların hemen hemen tamamı kendini o an içerisinde hâlâ Devrimci Yol’cu olarak görüyor, en azından öyle hissediyordu. Elbette Devrimci Yol bir siyasi yapı olarak tarihte kalmıştı. Fakat Devrimci Yol sürecinden kalan, kimi kişilerin yüreğinde hâlâ yaşam bulan o ses, o ruh, o devrim aşkı bugünün insan ilişkilerinde, siyasi yaşamlarda yol gösterici bir ışık olarak duruyor. İşte o uğurlama günü ne de katılanlar bu ışığı aradılar birbirlerinin gözlerinde.

Kimi ,yıllar geçse de o ışığın eski dostlarının gözlerinde sönmediğini görmek için arıyordu birbirini. Artvin’den Selma “-Hazeli’yi arıyorum, görsem tanıyabilir miyim acaba?” diyordu bana. O sırada hemen yanımızdan geçmekte olan Hazeli’ye seslendim, geldi. Yirmi sekiz yıl sonra birbirine bakan iki çift göz o ışığı hemen yakaladı. Sarılıp, öpüştüler. Etrafıma baktım onlarca insan “-ooo, vayy, aahh canım!” nidaları arasında birbirlerine sarılıyordu…

Aynı anda benim terk edilmiş sakar kargam da elimi sıkıyordu (yeri gelmişken kimilerinin sitemine maruz kaldığım bir yanlış anlamayı düzelteyim burada, o benzetme Ufuk Uras için değildi).

Siyasi düzlemde ayrı düşsek de insani değerler kapısını arkamızdan kapamadığımız ellere sadece o an değil önümüzdeki süreçte de ellerimiz uzanıyor olacaktır.

Her ne kadar insanların içersinde pek çok kör gece olduğunu bilsek de sadece uğurlama dönemlerinde değil her zaman, her daim “akşama çıkarım karşına, geceyi içeriz” çağrısı içinde olacağız. Zira biliyoruz ki o ses, o ruh, o devrim aşkı, o ışık bu coğrafyada, bu atmosferde hep ışıyor olacaktır… Ve yine biliyoruz ki hiçbir değişim bu ışığı değiştiremeyecektir.

Dünyanın (ve elbetteki kendilerinin) değiştiğini söyleyen kimileri buna muhafazakâr solculuk dese de…

Evet, zaman Ali Başpınar’ın, sevgili Buttomuz’un elini bıraktı. Fakat yolumuzu aydınlatan o ışık, o ses, o ruh bu coğrafyada, bu atmosferde olduğu sürece zaman devrimcilerin elini asla bırakamayacaktır.