İki şeriatçı ve bir komünist, vaktiyle uzun bir yolculuğa çıkmıştık

İki şeriatçı ve bir komünist, vaktiyle uzun bir yolculuğa çıkmıştık. O şehir senin, bu kasaba benim dolaşa dolaşa Anadolu’yu epeyce gezdik. Üçümüz de birbirimizi kardeş gibi severdik, ki hala severiz.

Gezi boyunca genelde havadan sudan bahsettik. Hava ve su öylesine çoktu ki, konu sıkıntısı çekmiyorduk.

Yolumuz Konya’ya düştüğü bir gün ben Mevlana ve eşcinsellik üzerine bir sohbet başlattım. Dünyanın tüm havası ve suyu tükenmiş gibi böyle bir konuyu açmam hoş karşılanmadı. Şu mübarek kentte nihayet gelmişken, yüzlerce yıllık bu çirkin iftirayı dilime dolamam yakışmış mıydı şimdi?

“Kardeşlerim” dedim. “Bir erkek, bir başka erkeği sevemez mi? Bedenin bedene değmesi bir duygu değil midir? Bir pipili, illa bir kukuluyu mu sevmeli? Mevlana ile Şems arasında ne geçmiş bilmiyorum. Bu iddialar, belki de söylediğiniz gibi ‘iftira’dır. Ama iftira değilse bile, onca güzel söz yazmış, bu sözleriyle altın gibi kitaplar doğurmuş bu insanı, sırf başka bir erkeği sevdiği için yok mu edeceğiz? Bu “iddia”yı, “iftira” haline getiren, miras yoluyla kazandığımız ve gerçekliğinden hiç şüphe duymadığımız yargılarımız olamaz mı?”

30 yaşın altındakiler bilmez. Bu ülkede bir zamanlar Turan Dursun diye bir delikanlı yaşamıştı. Dursun her hafta köşesinde tüm İslam bilginlerine meydan okurdu. Yıllarca devam etti bu.

“Ey İslam bilgini geçinen cahiller” derdi Dursun. “Ben sizin hepinizden daha fazla İslam bilginiyim. Tüm kitapları, tüm ayetleri, tüm hadisleri sizden kat kat iyi bilirim. Sadece bugünkü değil, 1500 yıl önceki Arapça’yı da en iyi bilen insanlardanım. Gelin ve bana; yanlışsın, hatalısın, gerçekleri çarpıtıyorsun deyin. Biriniz çıksın ve bunu desin. İşte buradayım. Hepinize bin kere hodri meydan. Var mısınız er meydana çıkıp beni tuş etmeye. Hadi çıkın karşıma”

Kimse karşısına çıkamadı Turan Dursun’un. Kitapları yüzbinlerce basarken dahi şimdi gevrek gevrek sütlaç yiyip, ihale hesabı yapan tek bir “cemaat” önderi çıkıp itiraz edemedi ona. Turan Dursun'la başedecek alimler bulunamadı ama onu sırtından vurup neşeyle cihad namazına koşacak zalimler bulundu. Dursun öylesine yetim öldü ki, kimse “Hepimiz Turan Dursun’uz” bile diyemedi.

Muhteşem Süleyman ile ilgili ateşli tartışmaları okurken, aklıma şeriatçı arkadaşlarımla söyleşilerim ve Turan Dursun geldi.

Kanuni, gerçekten dizideki gibi zevk geceleri yaşamış mıdır? Yapımcı firmanın komik ve zekice yorumuna göre “eğer soyunu polen yöntemiyle devam ettirmediyse, muhakkak yaşamıştır”

Kanuni’nin, Hürrem ile aşkı, onu öpmesi, onu sevmesi bizi ona taraf veya düşman yapar mı? Kanuni birçok kadınla aşk yaşamış bir kişiyse, ona sapık mı diyeceğiz? Veya tam tersi, Bülent Arınç gibi kulaklarımızı tıkayıp, “böyle şeyler duymak istemiyoruuum” diye ağlayacak mıyız? Konuya nasıl bakmalı, nasıl değerlendirmeliyiz? Kanuni’yi, Kanuni’nin döneminden çıkarıp, bugünün yargılarına göre asmalı mı, yoksa beslemeli miyiz? Veya Kanuni’nin döneminde normal görülen bir davranışı bugün de aynen uygulamalı mıyız? Hangisi doğru?

Turan Dursun, Hazreti Muhammed’e karşıydı. Onu sevmiyordu. Hazreti Muhammed’in hayatındaki gizlenen detayları ortaya çıkartıyor ve “bakın işte, sizin peygamberiniz böyle bir kişiydi” diyordu.

Oysa Hazreti Muhammed 1500 yıl önce yaşadı. 1500 yıl öncesinin insanıydı. 1500 yıl önceki kuralların, normların dünyasında soluk alıyordu.

Hazreti Muhammed'in hayatını Turan Dursun’dan yıllar önce Maxime Rodinson isimli Fransız Marksist tarihçiden okumuştum. Dursun’un anlattığı her olayı bir bir aktaran Rodinson, kitabın sonunda peygamberi bir devrimci önder olarak tanımlıyor ve ona sevgilerini sunuyordu.

Turan Dursun’un yiğitliğine söylecek hiçbir sözüm yok. Onunla ayrıştığım nokta Hazreti Muhammed’e olan bakış açılarımız.

Dursun ölüm tehditleri, iftiralar, hakaretler içinde yaşadı. Kendisini öldürmeye gelen gençle sohbet edip onu caydıracak kadar bilgeydi. Ama tuzu kuru bir Fransız akademisyen olmadığı için pusucu alçaklara karşı yapayalnızdı. Öyle cendereye sokulmuşti ki, tıpkı Kemalistler veya şeriatçılar gibi o da, tarihe taraf olarak bakıyordu. Bu nedenle haklı bile olsa, nesnel olamıyordu. Çünkü tarihin gölgesi kadar, kendisine de öfkeleniyordu.

Mevlana’nın aşkı, Kanuni’nin haremi, peygamberin eşleri veya Atatürk’ün çapkınlığı gibi tartışmalar bizi hiçbir yere götürmez. Bu konular üzerinden ajitasyon yapmak, bunları yok saymak kadar büyük bir hatadır. Çünkü tüketmeye alışmış zihinleri durdurmak kolay olmaz. Bugün onu tüketen, yarın seni de tüketir. Ve tüketmekle çöpten başka bir şey üretildiği görülmemiştir.

Sosyalistler tarihe tüketmek için bakmaz; bu kişi dünyaya ne vermiş ve dünyadan ne almış diye hesaplar. Örneğin 30 milyon insanın ölümünden sorumlu Hitler, aynı zamanda antifrizin bulunmasına vesile olduğu için kendini aklayamaz. Her eylem ve eylemsizlik diyalektiğin parçasıdır. Bir kişiye inananların, o kişinin inançlarından tam ters yöne gidebildiği, sosyalizm tarihinde de tecrübeyle sabit acı bir gerçek değil mi?

Sosyalizm kelimesi icad edilmediği çağlarda da devrimciler vardı. Bu devrimciler bozuk düzeni türlü yöntemlerle değiştirdiler. Ve birçoğu daha hayattayken, peşlerinden sadece dogmatik taraftarların yürüdüğünü görmenin acısını yaşadılar.

Hazreti Muhammed, bugünkü Arabistan’a gelseydi eline değneğini alır ve tüm putları bir kez daha kırardı. Çünkü o her zaman daha iyi bir geleceğin mümkün olduğunu söyledi ve bunun için savaştı. Petrol zenginliğiyle dünyaya ifrit yayan modern zaman Ebu Cehilleriyle herhangi bir konuda anlaşacağını hiç sanmıyorum.

İncelediğiniz kişi ister Kanuni, ister Atatürk, Mevlana veya Hazreti Muhammed olsun… Onlara bir sosyalist gibi bakmayı deneyin. Bambaşka resimler göreceksiniz.