Süt, ister bozuk olsun, ister olmasın; ister gıda zehirlenmesi olsun, isterse ‘laktoz hassasiyeti’, ortada ızdırap çekmiş, canı yanmış, korkmuş, endişe yaşamış, zahmet çekmiş, ayrıca zaman ve vakti de harcanmış binlerce çocuk ve onların binlerce misli sayıda ana-baba ve aile var. Ama adamlar için bunlar hiç önemli değil ve bunu açıkça ifade ediyorlar. En fazla iki saatte yapılabilecek laboratuar tahlilleri, tedarikçi firmaların kimlikleri vb… açıklanmadığı gibi, ne ufak bir üzüntü belirtisi, tabiî ne de bir özür; istifa ise bunların lügatında yok; aslında ontolojik olarak da olamaz; zira istifa tek yanlı bir irade beyanıdır, dolayısıyla hecir/vesayet/velayet altında bulunmayan bağımsız şahısların varlığını gerektirir; ki, milletvekilliği/bakanlığın bu kadar avantajlı, bir o kadar da liderin iki dudağı arasında, liderin ise neredeyse histeri düzeyinde ‘dediğim dedikçi’ olduğu bir yerde, böyle bir şey tabiî ki olanaksızdır. 

Süt alerjisi diyen utanmıyor mu, niye bu ihtimali dikkate almadık diye. Birisi ise çıktı ‘aşrı doz’ dedi, ilaç veya uyuşturucudan bahseder gibi; tabiî bu arada zavallı çocukları pis boğaz/aç gözlü/gözü doymaz sümüklü pislikler yerine de koyarak. Hazımsızlık teşhisi koyan ise, kilolu insanlara ‘şişko’ diye hitap edip aşağılamayı obeziteye karşı en etkili mücadele yöntemi olarak tavsiye etmiş pek zeki ve seviyeli bir bilim adamıydı. Marazlı kampanyayı “süt içmeyen bodur olur” gibi yine pek seviyeli bir sloganla başlatan bakan ise, zorla da olsa çocuklara süt içirteceğiz demekten çekinmedi. Ancak bu eleman, taşeron tarafından sensorsuz/dedektörsüz göz göre göre ölüme gönderilmiş 35 madencinin arkasından “güzel öldüler” diyebilmiş birisiydi; hem de cinayet mahallinde, Çalışma Bakanı olarak; dolayısıyla bunlardan her şey beklenirdi; yani, süt içmeyi reddeden çocukları bir güzel Pozantı’ya gönderirken, ana-babalarını da daha kıdemli teroristler olarak kendi özel mahkemelrinde yargılattırabilirlerdi, tabiî ki tutuklu olarak ve de zindana götürürken şehrin ortasında elleri kelepçeli resmigeçit yaptırtarak. Zaten Diyarbakır valisi de hemen ilk ağızda olayı çocukların psikolojisine bağlayıp yöredeki ideolojik yönlendirmelerden bahsetmemiş miydi. Bu arada Taraf’ın polis-akademisyen yazarının daha birkaç gün önce düşünce dünyamıza hediye ettiği-   PKK’nın istihdam ettiği çocuk savaşçılar  kavramının aslında ne kadar değerli ve işlemsel olduğunu da tespit edebilirdik: Sütte kusur, hükümette kabahat, yöneticilerde de suç yok; KCK talimatıyla midesi bulanma, kusma, baygınlık geçirme numarası yapıp büyük bir keyifle kollarına serum bağlatan küçük şeytanlar var. Değerli yazar, ayrıca bu çocuklara sahip çıkan İnsan Hakları kuruluşlarının, terörün yanı sıra ‘çocuk askerliği’ni de desteklediklerini vurgulayarak ‘insanlığa karşı suç’tan yargılanmalarını istemektedir. 

Bu ve benzeri yaratıkların, önümüzdeki günlerde, süt dağıtımı kılıklı maskaralık/utanmazlık/zulüm/terör ve halk düşmanlığını, işin içine bazı öğretmen ve doktorların da karıştığı bir PKK/KCK-Ergenekon ortak tezgahı olarak ilân edip, yeni bir tutuklama dalgasının kıyakçılığına soyunmaları hiç de beklenmedik bir şey değildir: Türkiye, ahlâk, edep ve izan dibe vururken, ancak Pol Pot rejimiyle kıyaslanabilecek bir vahşet dönemine sürüklenmektedir. 

Pol Pot rejimi nedir  derseniz, diğer marifetlerini ileride saymak üzere, şunu söylemekle yetinelim: İyi eğitim, almış, özellikle de Batı tipi öğrenim görmüş, kitap okuyan, manzume dışında şiir, marş dışında müzik sevip konserdi, tiyatroydu gibi etkinliklere katılan herkes, en başta da ‘kültürel erozyon’a uğramışlıklarının en şaşmaz göstergesi olarak gözlük takan insanlar, bunları takiben çoğu da zaten gözlüklü olan doktorlar, avukatlar, akademisyen/gazeteci gibi yazar-çizerler halkı özünden koparıp kötü yola sürükleyen ‘despot seçkinler’ olarak evlerinden/işlerinden alınıp hakaretler arasında işkenceyle öldürülmüşlerdi. 

Ne demek istediğimi anlamak için ise, başbakanın ‘monşerler’ derken, tiyatroculara ‘siz kim oluyorsunuz zavallılar’ diye seslenirken etrafa saçtığı kin ve nefrete bakmanız, doktorları/öğretmenleri lumpen katillere hedef gösteren despot çırağı çığırtkanları şöyle bir hatırlamanız yeter de artar bile. 

Şöyle bitirelim: Sadece bizim değil, evrenin ve eğer varsa ‘Yaradan’ın lanetinin tümü, herkese lanet kusanların üzerine olsun.