Kürt sorunu bağlamlı sürdürülen vahşet, yıkıcı fiziki, psikolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel boyutları itibariyle açık bir savaştır. Savaş

Kürt sorunu bağlamlı sürdürülen vahşet, yıkıcı fiziki, psikolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel boyutları itibariyle açık bir savaştır. Savaş olduğu kabul edilmeden de durdurulamaz, tüm sorunların çözümü anlamında değil, ama en azından silahların susması anlamında barışa da ulaşılamaz. Silahların susması, silahların konuşabileceğini andırıyor.

Zaten Türkiye’de yaygın şekilde kullanılan "silahların konuşması“ imgesi, yanlıştır. Silah konuşmaz, yaralar, öldürür, yok eder. Son 30 yılda yaşadıklarımız, silahların yarattığı travmaların belirlediği, doğru ile yanlış arasındaki ayrımı büyük ölçüde kaybetmiş, yanlışlara silah zoruyla doğru demeye alıştırılmış bir toplumun refleksleri… İnsanlar ölmeye devam ediyor. Hem “şehit” diye yüceltilen, ama hayatına son verilen gençler, hem de vahşi bir avcılık edasının deyimiyle "ölü ele geçirilen teröristler“, her şeyden önce insan.

Aydının ilk özelliği, savaşa hayır demektir, çünkü aydının kaynağı her şeyden önce dildir, konuşmaktır, iletişimdir. Savaşa ve şiddete karşı, kelimenin hakkını, kavramın hakkını savunmaktır.

Kelime ve kavram ise insana hitap eder, dolayısıyla aydın insanı savunan kelime ve kavramlar üretir. İnsanın, egemenler ve onların tarihi tarafından yaratılan kimliklerine kurban edilmelerini cesurca reddeder. Kavramların da hakkı mı olur diyeceksiniz? Elbette olur. Bugün ezilenlere ve emekçilere yönelik izlenen egemenlik stratejilerinin önemli bir bölümü, onların kavramlarının içini boşaltmak, kendi hedeflerine hizmet edecek şekilde çarpıtmak, kurtuluş mücadelelerini ifade eden tecrübeyle yoğrulmuş eleştirel kelimelerini çalmak ve bu şekilde ezilenlerin hafızasının devamını engellemekten oluşmaktadır. Örnek mi istiyorsunuz? Tayyip’in konuşmalarına ve "açılımlarına“ dikkat ediniz. İçerisinde savunduğu egemenlik politikasına uygun olmayan, ama bu politikanın halk kitleleriyle eklemlenmesine hizmet eden onlarca kelime bulabilirsiniz. Mesela özgürlük kavramı, mesela eşitlik vurgusu, mesela kardeşlik ve dayanışma kavramları…

Mesela Gazze’ye "insani“ yardım örgütleyenlerin faaliyet alanlarına bakınız: Yerinden yurdundan edilmiş, Anadolu’nun yakıcı sıcaklığında mesela nohut toplayan, küçüklü büyüklü yüzlerce Kürt insanına yönelik "insani“ yardım var mıdır? Onların insanlık kavramı, kimliklerle, Gazze örneğinde dini kimlikle sınırlıdır. Halbuki insanlık, insanilik anlamında hümanizm için bir bütündür, ayrılmaz, bölünmez! Hümanist aydın, haksızlığa, savaşa, ırkçılığa, kimlikliklere yönelik düşmanlıkların insan düşmanlığına dönüşmesine, sömürüye karşı çıkar -bu ister Gazze’de, ister Diyarbakır ve Hakkari’de, ister Afganistan’da, isterse ABD ve Fransa’da olsun…

Benzer şekilde savaşın durdurulması için aydın, koşullar öne sürmez. Koşullar üzerine konuşabilmek için savaşı durdurmak gerekir. Buna Türkiye’li çeşitli kimliklerden aydınların katkısı şarttır. Aydın tavrını göstermenin biçimleri farklı olabilir: Mesela aydınlar, ortak bir açıklamayla  Jean Paul Sartre örneğinde yaşandığı gibi „kalemlerini kırıp“ savaş durana kadar yazma boykotu yapabilirler. Mesela topluca ülkeyi terk edip, savaş duruncaya kadar iltica edebilirler. Aydın için tüm dünya, kendi vatanı değil midir? Mesela Kızılay’da bilgisayarlarını topluca kurup, savaş durana kadar savaşa karşı yazabilirler. TEKEL işçilerinden öğrenerek… Mesela, mesela…

Bu şekilde dünyada örnek alınabilecek bir tavra ulaşabilirler. Savaşa dur diyememek ise, her şeyden önce düşündüğünü iddia edenlerin ayıbı. Savaş durmalı, mutlaka durmalı!