80’lerin başlında 3.5 yıl Mamak deneyimi yaşamış biri olarak, memleketin ne kadar ilerlediğini

80’lerin başlında 3.5 yıl Mamak deneyimi yaşamış biri olarak, memleketin ne kadar ilerlediğini Silivri’de bizzat gözlemledim.

“İleri demokrasi” çağında olup olmadığımızı bilemem, ama dediğim gibi, Silivri ile “ileri hapishaneler” çağını yakalamışız, kesin. Üzerinizdekileri; kağıttan kaleme, paradan deri cekete, kadınsanız sutyeninize kadar aramalarda bırakıp, retinanızı tarattırdıktan sonra turnikelerden geçerek girebiliyorsunuz içeri. Demir turnikeler önünde gözünüzü okutuyorsunuz kapıya, kapının gözü tutarsa sizi, açılıyor. Yoksa yok!

İçerde sizi sürekli gözetleyen kameralar var. Tutuklular, hücrelerinin ancak yatak kısmında biraz mahremiyete sahip. O kısmın dışına çıktıkları andan itibaren her hareketleri izleniyor. O kameralara yakalanınca, Mustafa Balbay “domates ve marulun amaç dışı kullanımı”ndan sorgulanıyor. Domates ve marulu “pişirmek”, daha doğrusu ısıtılan yemeğe katmak “amaç dışı kullanım” oluyor.

Ahh, ne matrak hikayelerimiz vardır Mamak’tan, böyle yeme içmeye dair. Neyse…

3 Mayıs’ta Basın Özgürlüğü Konferansı’nı topladıktan bir gün sonra, gazetecilik örgütlerinin temsilcileriyle gidiyoruz Silivri’ye. Görüşülecekler listesinde Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Barış Terkoğlu, Hikmet Çiçek, Deniz Yıldırım, Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Nedim Şener, Ahmet Şık, Doğan Yurdakul, Sait Sakır, Coşkun Musluk, Müyesser Yıldız, Yalçın Küçük ve Mehmet Haberal var.

Eski bir hapishaneci olarak bir hakkı teslim etmem gerek. Görüştüğümüz “Silivri sakinleri”nin hiçbiri cezaevi idaresinden şikayetçi değil. Yönetim ve infaz koruma memurları onlara gayet iyi davranıyor.

Burada “infaz koruma memuru” ifadesinin altını çizmek istiyorum, çünkü Silivri’de biz gazetecileri karşılarında bulan görevlilerin ilk şikayeti bu oluyor: “Gardiyan sözcüğünden rahatsız oluyoruz. Hep öyle yazıyorsunuz. Bize infaz koruma memuru deyin.”

Cezaevindekilerin en keyiflisi Yalçın Küçük. Hapishanecilik konusundaki rekorlarından söz ediyor, Doğu Perinçek’ten sonra Türkiye’nin en çok girip çıkan ikinci kişisi olduğunu anlatıyor. “Cezaevine her girişimde kendime bir hedef koyarım” diyor, yanlış duymadıysam bu seferki hedefi “10 yıl gençleşerek çıkmak.” Bu hedef koyma konusunu acemi hapishanecilerin öğrenmesinde yarar var.

Hapishanede insan pek bir kendi kendisiyle kalır. Hayatı film şeridi gibi gözünün önünden geçer. Muhasebeler yapar. Hücresindeki rutubetten şikayet eden ve “Burada gördüm ki duvardaki yosun da çiçek açarmış” diyen Tuncay Özkan da yapmış o muhasebeyi. Sendikanın, meslek örgütlerinin, örgütlü mücadelenin altını çiziyor, çıktığında hep meslek örgütlerinin hizmetinde olacağını söylüyor.

Görüştüğümüz meslektaşların tümü Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun (GÖP) ne kadar önemli bir iş yaptığını anlatıyorlar. Hapishane koşullarında olunabildiği kadar neşeli ve umutlu hepsi de.

Soner Yalçın, “Şefim, şefiiiim” diye giriyor görüşme odasına. Kararlı, beni de yakacak! Savcıya, “Benim mesleki yaşantım Ergenekon gibi örgütlerle uğraşmakla geçti. Gerçekten o yapılarla mücadele etmek niyetindeyseniz beni sorgulayın, yardımcı olayım” dediğini aktarıyor.

Herkes hukuksuzluktan şikayetçi. Balbay ve Özkan tek kişilik tecrit hallerinden cezaevi yönetimini değil Ankara’yı sorumlu tutuyorlar. Orada daha bir yoğunlaşmışlar dosyalara, iddianamelere. Mevcut “deliller”le hiç kimsenin mahkum edilemeyeceğini söylüyorlar.

Ortadan kesilmiş ve masada kalemlik olarak kullanılan el bombası tehlikeli silah sayılmış mesela. Örgüt kanıtı olarak sanıkların hep aynı numarayı aradıkları yazılmış. Aranan numara: 4440444. Bir bankanın müşteri hizmetleri numarası!

İçeride Emin Çöleşan ve biz Mamak’tayken gelip, içerde her şeyin nasıl da mükemmel olduğunu anlattığı o müthiş röportajı geliyor aklıma. Nedense… Bir de şimdi köşelerinden, TV ekranlarından içerdekileri her gün yerden yere vuranları anımsıyorum…

Bakın izin alınabiliyor; haydi bir adım iteri götürün gazeteciliğinizi, uzaktan yargılayıp astıklarınızı gidip Silivri’de “sorgulayın” bir. Yapabilir(mi)siniz!