Emek düşmanı genel politikaların ötesinde, burjuva siyasal liderlerin emekçi sınıfla ilgili özel “hissiyatları” konusunda bir şeyler

Emek düşmanı genel politikaların ötesinde, burjuva siyasal liderlerin emekçi sınıfla ilgili özel “hissiyatları” konusunda bir şeyler söylenebilir mi?
İlk planda iki nokta dikkat çekiyor. Birincisi, 70’lerin ikinci yarısından günümüze uzanan dönemde iktidarların genel politikaları emeğe karşı çok daha katı ve saldırgan bir içerik kazanmıştır. İkincisi, kimi burjuva siyasal liderlerin işçi-emekçi düşmanı “hissiyatları” da artık pek kontrol edilmeden dışa vurulur olmuştur.
“Açılışı” yıllar önce Thatcher yapmıştı.
• • •
Türkiye’de, izlenen genel politikalar bir yana, emek karşıtı hissiyatın özellikle ön plana çıktığı iki siyasal lider görüyoruz: Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan. Türkiye’nin son 30 yıl içinde gördüğü başbakanlık yapmış siyasetçiler arasında, emek düşmanlığının dışavurumu bu ikisinde fazlaca ön plana çıkmaktadır.
Bu kişilerin emekçilerle özel derdi neydi, nedir?
İki liderin psikolojilerine ilişkin Freud’cu tahlillere giremeyiz. Kim bilir, belki devleti, işvereni ve işçiyi bir ailenin fertleri olarak görüyorlardır ve işçinin hakları için bastırmasını bir tür “ensest” sayıyorlardır.
Bilemeyiz.
Ama bir başka yaklaşım deneyebiliriz.
Geçmişte Özal için geçerliydi, bugün Erdoğan için: Belirli bir şablon üzerine oturtulan siyaset anlayışı ve ufku…
Bu şablon bir üçgen şeklindedir. Üçgenin bir köşesinde, “piyasa, küresel rekabet, vizyon ve jeostrateji” gibi birtakım sihirli sözcükler buluruz. İkinci köşede, ülkeye çağ atlatma azminde, iddialı ve “karizmatik” liderle birlikte onun siyasal çevresi yer alır. Üçgenin üçüncü köşesinde ise bir yığın vardır:  “seçmen” denilen şekilsiz bir yığın.
Gerisi şöyle:
Üçgenin birinci köşesindeki “piyasa, küresel rekabet, vizyon ve jeostrateji” kümesinin, kendilerini 1. sınıf sanan 2. sınıf teknisyenleri, akademisyenleri ve prensleri vardır. Bunlar vizyon “üretirler” ve ürettikleri vizyonu üçgenin ikinci köşesinde duran, kendini 1. sınıf saydığı halde siyasal kültürü ancak 3. sınıf olan lidere aktarırlar.
Böylece, kendini 1. sınıf sanan 2. sınıf “think tank”, geliştirdiği vizyonla kendini 1. sınıf sayan 3. sınıf lideri beslemiş olur.
Kendini 1. sınıf sayan 3. sınıf liderin, bu vizyonu saadet zinciri gibi başkalarına aktarmasına gerek yoktur. Bundan sonra devreye biat kültürü girer. 2. sınıf vizyon 3. sınıf siyasal lidere uzandığında zaten 4. sınıf olmuştur; bunu 5, 6. vb sınıf aparatçıklara aktarıp bir garabet haline getirmenin alemi yoktur.
Sadece biat etmeleri yetecektir.
Üçgenin üçüncü köşesine gelince: Aslında devre üçgenin birinci ve ikinci köşelerinde kapanmıştır. “Vizyonu” üçüncü köşeye taşımak ne mümkün ne de gereklidir. Ancak, üçüncü köşe ikincisi için hem bir güç kaynağı, hem de bir tehlikedir. İlki olduğu sürece işler iyi gider; ancak üçüncü köşe mırın kırın etmeye başlarsa bir çuval incir berbat olabilir.
Öyle ya, üçgenin birinci ve ikinci köşelerine sınırlı kalan devrede üretilen o güzelim vizyon ya üçüncü köşedeki ters gelişmelerle akamete uğrarsa?
Ya inceden inceye oya gibi işlendiği düşünülen hat, “seçmen” denilen o şekilsiz yığının sabotajına maruz kalıp kırılırsa?
• • •
İşte, 18. yüzyılın liberal iktisatçılarıyla, günümüzün “vizyon sahibi” burjuva siyasetçileri arasında benzerliği burada görüyoruz. Mükemmel olanı ve müdahale edilmemesi gerekeni anlamayıp “çok şey isteyen” ve bu yüzden her şeyi bozma potansiyeli taşıyanlar, her ikisinin de öfke biriktirdiği kesimdir.
Onun için bu yığının yerine göre okşanıp avutulması, yerine göre de haddinin bildirilmesi ve azarlanması gerekir. Sürekli okşama ve avutma, büyük vizyonu kemirir; sürekli had bildirme ve azarlama da eldekinin kaçmasına yol açabilir.
İkisini birlikte yapmak gerekir.
Öyle ki, bir yandan seçmen desteği elde tutulsun, diğer yandan da kendini 1. sınıf sayan 3. sınıf siyasetçinin 2. sınıf olduğu halde 1. sınıf saydığı vizyon bu şekilsiz yığının arsızlığına feda edilmesin…
Gerisi de şöyle gelir:
Herkes fikrini serbestçe söyleyebilmelidir (ama borsa düşerse hesabını sorarım).
Yaratılan olarak sizi yaratandan dolayı severim (ama çizmeyi aşarsan Allah yarattı demem).
Duyulan, ileri demokrasinin ayak sesleridir (ama ayaklar baş olmama koşuluyla).
Vatandaşıma yardım gitsin, kömür gitsin (ama bunlar bütçede “kara delik” oluşturmasın).
Çalış, kazan (yan gelip yatarsan vermem).
Vesaire, vesaire…
• • •
“Vizyon” sahibini ürküten, “seçmen” denilen ve hep öyle kalması gereken şekilsiz yığına şekil verecek birtakım dinamiklerin yığının kendi içinden belirmeye başlamasıdır.
1989 bahar eylemleri ve 1991 Zonguldak direnişi, bunlarla birlikte siyasal tablonun değişmesi, o zamanın “büyük vizyonunu” örselemeye başlamıştı.
Ya gene böyle olursa?
Aslında “yığın içinde erimesi gereken sınıf” bugün TEKEL işçileriyle, yarın başka hareketlenmelerle, ya tutup o yığını şekillendirmeye, en azından onun hissiyatına hitap etmeye başlarsa?
Esnaf olsun, köylü tamamdır; yeter ki işin içine işçi girmesin.
Korkunun da, nefret ve öfkenin de kaynağı buradadır.