Davos toplantıları gündemimize Özal'ın meşhur "transformasyon" döneminde girdi. O gün bugün liderlerimiz politikada iddia taşımanın yolunun "sermaye enternasyonalinde" boy göstermekten geçtiğine inanılıyor.

Davos toplantıları gündemimize Özal'ın meşhur "transformasyon" döneminde girdi. O gün bugün liderlerimiz politikada iddia taşımanın yolunun "sermaye enternasyonalinde" boy göstermekten geçtiğine inanılıyor. Zamanında Ecevit'ten Mesut Yılmaz'a, Çiller'den Boyner'e Davos'ta arz-ı endam etmeyen kalmadı. 2002'de ise, seçim zaferi öncesinde "görücüye" çıkma sırası Tayip Erdoğan'daydı. Haliyle Kemal Derviş ve İsmail Cem'de oradaydılar.
Artık Tayip Erdoğan Davos'un gediklisi sayılabilir. Ama Davos'un da eski cazibesi kalmadı. 90'ların başlarında Davos özelleştirmenin, rekabetin, deregülasyonun kutsandığı mekandı. Tüm karar süreçlerini kendini düzenleyen piyasaya terk ederek otomotik vitese takmanın hikmetleri bu küçük dağ kasabasından tüm dünyaya yayıldı. Hep kapitalist küreselleşmenin alternatiflerinin bulunmadığı, neo-liberal politikalara muhalefetin beyhudeliği anlatılageldi.
Zaman içerisinde sermayenin küreselleşmesinden yaşamı ve çıkarı zarar görenlerin sesleri daha gür çıkmaya başladı. Kapitalist küreselleşmenin yarattığı adaletsizliklere karşı küresel direnişin 1998'de Çok Taraflı Yatırım Anlaşması'na (MAI) karşı gösterilerle başladığı kabul ediliyor. Haklarını yemeyelim Dünya Ekonomi Forumu yöneticileri Klaus Scohwab and Claude Smadja daha 1996 toplantısında küreselleşmenin sanayileşmiş ülkelerde güvensizlik hissini yaygınlaştırdığı, kitlelerin popülist politikacılara meyletmeye başladığı uyarısında bulunmuşlardır. Çalışan kesimlerin sosyal sorunlarına ilişkin etkin önlemler alınmazsa küresel kapitalizmin ideolojik meşruiyetinin zayıflayacağını hatırlatmışlardı. Küreselleşme gündeminin görülmemiş ölçüde demokratik ülkelerin, sosyal dokusunu bozduğunun altını çizmişlerdi.
O tarihten beri Davos ruhu savunmaya geçti. 1999 Kasım'ında ABD'nin Seattle kentinde düzenlenen Dünya Ticaret Örgütü toplantısında beyaz ve mavi yakalıların elele vermesi; topraksız köylülerle, ekolojistlerin omuz omuza yürümesi; savaş karşıtlarıyla feministlerin dayanışması; sosyalistlerle anarşistlerin en azından birbirini ısırmaması küreselleşme savunucuları için çalan tehlike çanlarının habercisi oldu. Artık Davos'tan eskisi kadar serkeş, saldırgan bir ses yükselmiyor. Aksine uluslar arası sermayenin sorunlarını kabullenen bir çizginin hakim olduğu görülüyor.
Nitekim sözümona New York kentiyle dayanışma adına otantik mekanından sermayenin başkentine taşınan 30. Davos toplantısının ana teması "kırılgan bir dünyada küresel liderlik"ti. Klaus Scwab, "artık fakirlerin sesinin duyulmadığı, ekonomik kalkınmanın nimetlerinin sadece zenginlerle paylaşıldığı bir dünyayı sürdüremeyiz" diyordu.
2002'de Forum Amerikalıların ayağına geldi, ama ABD devlet erkanı zamanın Dışişleri Bakanı Powel dışında toplantıya rağbet etmedi. Çünkü Clinton döneminin "neo-liberal enternasyonalizm" dönemi kapanmış Condolezza Rice'ın "uluslar arası topluluk yoktur" sözüyle simgelenen tek yanlı politikalar öne çıkmıştı.
2005'e gelindiğinde Davos'un ana teması "zor zamanlar için zor seçimler". Ama gene Amerikan yönetimi oldukça ilgisiz. Davos'taki en yüksek rütbeli Amerikalı, Dışişleri Bakan Yardımcılığı'na aday gösterilen Robert Zoellick. Ataması yapılmadığı için onun da kamuoyuna yönelik açıklama yapma yetkisi yok.
Amerikan Kartalı'ndan başka bir kuş tanımayan bir zihniyet Washingthon'da yuvalanmış. Halbuki Dünya Ekonomi Forumu "Şebeke Diplomasisinin " merkezi olmayı öneriyor. AIDS, Küresel Isınma gibi konularda BM, DB gibi "kamusal kurumlar" değil, "ben daha etkili olurum" iddiasını dile getiriyor. Ama ABD "yeşil Işık" yakmadan bu talepler havada kalmaya mahkum. Kısaca, Davos'un yıldızının parladığı dönem geride kalmış görünüyor.