İki sezondur “Kayıpların Efendisi” unvanını kimselere bırakmayan Galatasaray’ın peşinden, bu kez de Konyaspor deplasmanına düştü yolum

İki sezondur “Kayıpların Efendisi” unvanını kimselere bırakmayan Galatasaray’ın peşinden, bu kez de Konyaspor deplasmanına düştü yolum. Kulübe yamanmadan, yöneticilerden bilet dilenmeden, dönüşte “uçakta yer var mı abi?” diye sormadan bir deplasman daha atlatmanın huzuruyla yazıyorum. Biraz etli ekmek taarruzu, biraz Mevlana ziyareti ve çokça futbola bulaşmış tek günlük bir futbol tatiliydi benimkisi…

Girizgâhı şöyle bağlayayım: Kendi yağıyla kavrulan yazarlara selam olsun! Bu sloganı da attım ya sütunumda, gözüm arkada kalmaz artık…

Konya’nın kendiliğinden başka hiçbir özelliği yoktu. Tıpkı diğer kentler gibi… Ama tribünlerin en sıradanı bile başka bir havaya sahip oluyor nedense… Konya’da da bu özellik değişmedi. Futbolun karşı koyulmaz albenisi, Konyasporlu futbolseverlerin de katkısıyla, kentin tüm sıradanlığını bir anda farklılığa sürükledi. En azından benim için…

Sahadaki futbol kalitesinin aman aman anlatılacak tarafını bulamadım. Ama Uğur Meleke’nin de yazdığı gibi “ligin en kötü iki takımı” demeye de dilim varmıyor açıkçası. En azından Harry Kewell ve Peter Grajciar’ın kişisel çabalarına olan saygım, daha acımasız cümleler kurmama engel oluyor.

Dramatik bir sonla kalp acıtan Ali Sami Yen vedasının hemen arkasından çıkılan bu maçta ilk göze çarpan şey Galatasaray kadrosundaki büyük değişiklik oldu. Geçen yazımda belirttiğim “8 hafta bitti ama bu takıma hala Hagi’nin eli değmedi” durumuna ilk defa rastlamadığımı söyleyebilirim. Ya da diğer bir deyişle, Hagi’nin eli 9 hafta sonunda ilk kez değdi Galatasaray’a!

En belirgin farklılıklardan birisi Rumen hocanın sağ bek pozisyonundaki tasarrufuydu. Rijkaard dönemi de dâhil, 2 sezondur Sabri’nin oynamadığı her maçta inim inim inleyen sağ kanat, aylar sonra ilk kez kazasız belasız bir 90 dakika tamamladı. Haftalardır Ali Turan’ın taraftarların önüne atıldığı bu mevkide ilk kez oynayan Lucas Neill, neredeyse kusursuz bir performans sergiledi.  Hagi ve Rijkaard, bu durumdan kendime bir vazife çıkardığımı düşünmesinler. Lakin Avustralya Ulusal Takımı'nda senelerdir sağ bek pozisyonunda oynayan bu adamın neden Galatasaray’da bu mevkide değerlendirilmediğini (mecbur olunduğunda) defalarca sordum buradan. Kaldı ki; eğer Lucas Neill sağ kanatta oynamış olsaydı, Ali Turan’da kendi mevkisi olan stoperde çok daha başarılı bir görüntü sunabilecekti!

Bir diğer farklılık ise sol kanattaydı. Hagi’nin Insua’yı kulübeye mahkûm etmesinin ardından Hakan Balta’ya emanet olan sol arka, bu oyuncunun orta sahaya çekilmesiyle birlikte ilk kez Çağlar Birinci’ye teslim edildi. İyi de yapıldı… Çünkü, geriden oyun kurmakta önemli sıkıntılar yaşayan Galatasaray defansı, bu sayede bir taşla iki kuşu vurmuş oluyordu…

Tabi ki yazının finalini 3 puanın gelmesini sağlayan golü atan Anıl Dilaver’le yapmak lazım. Galatasaray takımının ileri uçta yaşadığı sakatlık ve hastalıklar sayesinde kadroda yer bulan Anıl’ın bu golü atması beni çok fazla şaşırtmadı. A2 maçlarını izleyen herkes Anıl’dan böyle bir hareketi zaten bekliyordur.

Sıkıntılı bir dönem geçiren Galatasaray’da bu galibiyetin, Anıl’ın golüyle kazanılması yine de önemli bir şey tabi ki… Ayrıca bir o kadar da düşündürücü! Genç oyuncunun Konya deplasmanında attığı bu gol beni bir anda 2005-2006 sezonuna götürdü. Benzer bir durumu o zaman da yaşamıştık. O gün sahnedeki isim Aydın Yılmaz’dı. Gerets’in oyuna sonradan soktuğu Aydın, Konya’da attığı golle sezon sonunda kazanılan şampiyonluğun en önemli isimlerinden biri olmuştu. Ve o gün bu gündür biz o Aydın’ı bir daha asla göremedik! Her sene ilerlemesi beklenirken o yeteneklerinin tersine hep daha geriye düştü. Umarım bundan 5 sezon sonra Anıl Dilaver’den de Aydın Yılmaz gibi bahsediyor olmayız.