Bir milli takım düşünün ki 2000 yılının Ağustos ayından, 2005 yılının Ağustos ayına kadar 3 teknik adam değiştirsin. Hem de gayet sudan bahanelerle. Şimdi vardığımız son noktada.....

Bir milli takım düşünün ki 2000 yılının Ağustos ayından, 2005 yılının Ağustos ayına kadar 3 teknik adam değiştirsin. Hem de gayet sudan bahanelerle. Şimdi vardığımız son noktada otorite sayılan yorumcu ve gazetecilerimiz bir yandan özeleştiri kıvamında yazılar yazarlarken, bir yandan da 'Şenol ve Ersun hocaların günahları neydi?' diye soruyorlar. Bu soruların arasına Levent Bıçakcı'nın neden harcandığını da eklemek gerekli elbette.

Saydığımız bu isimlerin belirgin bir ortak özelliği vardı. Hiçbiri görevleri esnasında dominant olamadılar. Kimisi basın karşısında ezilip büzüldü, kimisi bir futbolcusuyla yaşadığı polemiğin altında kalıp, tükenişini seyretti. Kamu vicdanı öyle acımasız bir şekilde hareket etti ki, kendilerini doğru dürüst ifade bile edemediler. Daha doğrusu fırsat bile tanınmadı onlara.

İşin özü, bu ülkede Fatih Terim'den başka kimseye bu fırsat yeterince tanınmadı zaten. Onun bilindik karizması ve sportif kariyerinin sivriliğinin kendisine kazandırdığı bu kredi, çoğu zaman en patavatsız spor yazarlarının bile temkinli yazıp, temkinli konuşmasına sebep oldu. Öyle ya, neticede bahsi geçen kişi Fatih Terim idi.

Avrupa şampiyonu olan bir takımın başından Floransa'ya gitmiş, oradan da Milano'ya İmparatore Terim sesleriyle geçiş yapmıştı kendisi. Ta ki Galliani'nin "Milan Milanlıla-rındır" demesine kadardı bu serüven. Ardından yaşadığı 2. Galatasaray dönemi ile birlikte peş peşe gelen başarısızlıklar, hem kendisine hem de inişe geçen kariyerine alışık olmadığı sıkıntılar yaşattı.

Yaklaşık bir buçuk sezon dayanabildi Başkan Canaydın, Sinyor Terim'e. Kendisine ikinci kere yol gösterildiğinde, 'Futbolun adaleti yok?' diyenler kadar, 'dün dündür, bugünse bugün' diyenler de vardı. İşte böyle bir dönemde, ikinci kere milli takım hocalığı teklif edildi Fatih Terim'e. Hocanın eski şaşaalı dönemlerine dönebilmesi için bundan daha iyi bir fırsat bulması imkânsızdı.

Spor basınının omurgasız yapısı Terim karşısında yine çok temkinliydi. Ama alınan son sonuçlar ve Emre Belözoğlu'nun basına yaptığı terbiyesizliği eleştirmeden geçiştirmesi ve ilk defa spor medyasıyla arasına kara kedi girmesine neden oldu. Üstüne üstlük oynattığı sistemi ve oyun kalitesini biraz eleştirenlere "ben öğrenmem, öğretirim" diyerek postasını koyması sonucu, basınla arasındaki ipler tamamen koptu.

Bana göre Terim, agresif ve dengesiz tavırlarıyla verdiği zararın farkında değil. Federasyonun başındaki Ulusoy'un da onu uyarıp, kontrolü ele almak gibi bir derdi yok. O halde tüm bunları düzeltecek kişi yineTerim'in kendisi. Önümüzdeki Yunanistan maçının öncesinde yapacağı pozitif birkaç manevra, hem kendisi hem de ülke futbolunun seyri adına çok önemli olacaktır.

En basitinden yapacağı "samimi" bir basın toplantısı, ısrar ettiği hatalarından dönmesi için bir fırsattı. Mesela "primleri bağışlamayı düşünüyor musunuz?" diye soran gazetecilere "kendi yazdıklarınıza kendiniz inanıyorsunuz" dedikten 3 gün sonra, "bir kampanya başlattım" diyerek ne yapmaya çalıştığınızı açıklayıp başlayabilirsiniz buna hocam!

Ya da Ümit Milli takımının başına Ümit Da-vala'nın hangi üstün özelliklerinden dolayı seçildiğini bizlere söyleyebilirsiniz hocam! Hatta belki Can Çobanoğlu gibi bir menajeri neden milli takımda değerlendirmediğinizi de anlatırsınız hocam. En önemlisi de eğer 'Çarşamba'yı sel alırsa, gereken malûm açıklamayı yapıp yapmayacağınızı bildirirsiniz hocam! Öğreten adama yakışan da bu değil midir?