Meredith Monk çok yönlü bir sanatçı. Vokalist, besteci, koreograf, film yönetmeni.

Meredith Monk çok yönlü bir sanatçı. Vokalist, besteci, koreograf, film yönetmeni. “Eklektik modernist” olarak nitelediği ve “kendini değişik formlar içinde ifade edebilen bir şair” sözleriyle tanımladığı Jean Cocteau’yu örnek almış bu çok yönlülük açısından. “Çatlakların arasında çalışıyorum, sesin dans etmeye, bedenin şarkı söylemeye, tiyatronun sinemaya dönüştüğü yerde” diyor .

Şimdilerde “genişletilmiş vokal teknikleri” olarak bilenen şarkı söyleme tarzının öncülerinden. Bu teknikleri kullanan Björk, Kate Bush gibi şarkıcılar ondan pek çok şey öğrendiler. (Björk, onun Gotham Lullaby adlı parçasını piyano ve yaylı çalgılar eşliğinde pek çok kez yorumladı)

Çok değişik ve çoğu da hiç alışık olmadığımız vokal teknikleriyle, klasik müziğin teknik virtüözlüğüne dayanarak folk müziğinden rock’a uzanan bir müzikal çeşitlilik içinde kendini ifade edebiliyor. Sesini uzatıyor genişletiyor , değişik ve geniş alanlara çekiyor, sesine farklı renkler veriyor. Fısıltı düzeyinde alçaltıyor, çığlık olarak yükseltiyor. Çıkardığı sesler yalın, ama etkileyici de. Sesiyle değişik karakterleri canlandırıyor, onlara hayat veriyor. Çalgılardan da insan sesine benzer sesler elde etmeye çalışıyor; örneğin, yaylı çalgılar için yazdığı Stringsongs böyle bir çalışma.

Önceleri solo şarkı söylüyordu. Vokal tekniklerinin büyük kısmını solo çalışmalarında geliştirdi. 70’lerin sonunda Meredith Monk Vocal Ensemble’ı kurarak geliştirdiği teknikleri topluluğa uyguladı. Sesin potansiyellerini bu kez topluluk içinde araştırdı. Müzik ve hareket, ses ve beden arasındaki ilişkiyi inceledi. Bu araştırmaların yanısıra, performans sanatının sınırlarını genişletti; disiplinlerarası çalışmalara öncülük yaptı, mültimedya sahne yapıtları yarattı.

Monk’unki bilinçaltında karşılık bulan, orada yankı yapan bir müzik. 1970’lerin ortasında New Mexico’da bir tepede bestelediği ve Songs from the Hill başlığı altında topladığı şarkılarda geçmiş zaman peşine düşmüş, çocukluk yıllarına yolculuk yapmıştı. Fakat bu aynı zamanda, kolektif bir yolculuktur. Hepimizin çocukluğuyla temas kuran, hepimizin geçmişine dokunan şarkılar bunlar. Monk ıssızlığın, çölün esinlediği bu şarkılarda zamanın döngüsünü, geçmiş ve gelecek arasındaki ilişkiyi de ele aldı.

Yaklaşık yarım saatlik Dolmen Music’de ise pagan Avrupa’nın dinsel ayin sitelerinden, özellikle de eski Kelt rahiplerinin, Druidler’in ayin yaptıkları Stonehenge’den , buradaki dik duran, yontulmuş ve çember şeklinde yerleştirilmiş dev taşlardan esinlenmişti. Müziğin büyüsü, (yine) zamanın döngüselliği üzerine bir doğaçlama, bir meditasyondur bu çalışma. Canlı peformansı da vokalist Stonehenge’deki taşlar gibi bir daire oluşturan taş maketlerinin ortasında oturarak seslendiriyordu.

Monk deneysel film çalışmalarına 80’lerde başladı. Book of Days (Günlerin Kitabı) onun ilk uzun metrajlı filmidir. Zaman, döngü, ölümcül hastalık, hoşgörüsüzlük temalarını ele alındığı filmin müziği ve koreografisi de Monk’a ait.Aslında bildiğimiz anlamda bir olay örgüsü yok. Monk’un sözleriyle, “ortaçağların ve modern zamanların iç içe geçtiği bir goblen”. Bir tarihsel dönemi bir başka dönem üzerinden okuma , anlama, aralarındaki benzerlikleri kavrama girişimi . Filmin çıkış noktası Monk’un bir gün kır evinde temizlik yaparken gördüğü hayal. Bir ortaçağ kasabasında Yahudilerin oturdukları sokakta küçük bir kız çocuğunun hayalini görmüş.

Book of Days 1340’lardaki veba salgınlarının , kitlesel ölümlerin Avrupa’sından geç yirminci yüzyıldaki AIDS paniğine, homofobiye ve hoşgörüsüzlüğe yönelir.Ani sıçramalarla gerçekleştirilen bir zaman yolculuğu . Kısmen siyah-beyaz, kısmen renkli bir film. Monk farklı tarihsel dönemleri vurgulamak için böyle yapmış. Ama aynı zamanda bu dönemler arasındaki bir ortak noktanın da altını çizmiş. Söz konusu ortak nokta acı çeken, ıstırap duyan insan karşısındaki anlayışsızlık, günah sözcüğünü çevreleyen hoşgörüsüzlük. Bir dönemden diğerin ani geçişlerle ve yer yer bir mahşer atmosferi içinde insanlık tarihine damgasını vurmuş olan hoşgörüsüzlüğün altını çizmiş.

Filmin iki ana karakteri küçük Yahudi kız ve deli kadın. Zamanın ötesinde varolan bu iki vizyonerin bakışları farklı dönemlere yönelik, ama birbirlerini iyi anlıyorlar. Deli kadın geçmişte yaşıyor, olmuş olanları görüyor. Çocuk kahin ise geleceği görüyor ve olacakları söylüyor. O hakikate herkesten daha yakın; fakat kimse onun söylediklerine inanmıyor, dahası geleceğe dair söylediklerinden dolayı onu tehlikeli sayıyorlar.

Book of Days’de müzik görselliğin uzantısı değil, imgelerin gerçeğinin dışında kendi başına varoluyor. Monk bu müziği yazarken Yahudi müziği, özellikle de ortaçağ Yahudi müziği üzerine hayli araştırma yapmış, dünyanın değişik yörelerindeki Yahudi topluluklarının müziğini incelemiş. Sinagoglardaki müzikle kiliselerdeki ilahiler arasında yakınlık bulunduğunu, iki din ve kültür arasında etkileşim olduğunu da o zaman fark etmiş.

Topraklarından kovulan ve dünyanın her tarafına dağılan Yahudiler yüzyıllar boyunca müziklerini şarkılarını da beraberlerinde taşıdılar, gittikleri her yere götürdüler. Göç yollarında, yerleştirdikleri yerlerde izler bırakmakla kalmadılar; yolların ya da gettoların yakınlarında buldukları başka kültürlere ait müziklerin kimi öğelerini de kendilerininkine kattılar. Böylelikle o köklü geleneklerini daha da zenginleştirdiler. Monk bütün bu geçmişin ve geleneğin köklerine inmiş, söz konusu gelişimin izini süren bir inceleme yapmış. Ortaçağ Yahudi müziği, gizemci Yahudi tarikatlarının ibadet müziğini, Yahudi aydınlanması sayılan Haksala hareketin sonrasında gelişen din dışı müziği, Yiddish tiyatrosunu ve müzikallerini…