‘Kahrolsun NATO’ yazılı dövizler, yandaki dalları kırılmış çam ağacına yaslanmıştı. Daha önce bu dövizleri taşıyan ‘sivil toplum’, şimdi şaşlık’ları (şiş kebap) hazırlıyordu. Ateşin...

‘Kahrolsun NATO’ yazılı dövizler, yandaki dalları kırılmış çam ağacına yaslanmıştı. Daha önce bu dövizleri taşıyan ‘sivil toplum’, şimdi şaşlık’ları (şiş kebap) hazırlıyordu. Ateşin çevresine tuğlalar dizilmişti. Troçki’nin doğum yeri Kherson şehrinin birkaç kilometre doğusunda, Simferepol yolu üzerinde, insanların haftasonu piknik için geldikleri bir çam ormanıydı burası.

Biraz sonra NATO birlikleri geldiler. Silahları çatıp, ‘şaşlık’ları hazırlarken gösterdikleri özen için sivil toplumu kutladılar. Az sonra Kızıl Ordu’nun Spetsnaz’ı da (özel birlikler) geldi. Ardından Çeçen gerillalar ve Alman kuvvetleri sökün etti. En son ABD Delta Force gruba katıldı.

Toplanan bütün ordulardan askerler, ‘sivil toplum’u şaşlık’ları bir an önce hazır etmeleri için uyarıyordu. Yoksa yönetime el koymaları işten bile değildi! İlk parti etler servis edildiğinde, şampanyalar da patlatılmaya başlanmıştı. Gerçekten de bütün gün birbirlerine karşı savaşmışlar, şimdi kurt gibi acıkmışlardı. Ardından yakılan ateşin etrafında toplanıldı. Silahlar çadırlara konulup bu kez gitarlar çıkarıldı ve şarkılar söylenmeye başlandı. Hava kararıyordu.

Yaklaşık 75 kişilik neredeyse yarısı kadınlardan oluşan bir gruptu bu. Grup değişik takımlardan oluşuyordu. Her takım kendisine bir orduyu örnek alıyor, silahları, üniformaları, diğer donanımları ile o ordunun tipik bir askeri oluyorlardı. Henüz üniforma alamayanlar, en azından şimdilik gerilla ya da terörist oluyorlardı. Onları izlemeye gelenler ise sivil toplumu oluşturuyorlardı. Herkes kendi ordusunun logosunu bant şeklinde koluna asıyordu. Dolayısıyla kolunda NATO amblemli bant bulunan bir asker ile orak-çekiçli bir başka askeri sarmaş dolaş görmek ilginç görüntüler yaratabiliyordu.

Bu oyunun adının ‘strike ball’ olduğunu söylediler. Söylediklerine göre bu oyun ilk kez Japonya’da oynanmaya başlanmış. İkinci Dünya Savaşı sonrası Japonya’da askerler bu oyunla eğitim yaparlarmış. Oradan Avrupa’ya yayılmış. Bizim çocukluğumuzda oynadığımız askercilik oyununun biraz daha profesyoneli ve elbette yetişkinler tarafından oynanan biçimi bu. Takım adı olarak aldıkları asıl askeri birliklerden tek farkları, bunların silahlarının küçük plastik mermiler atmaları. Gerçekten de belki bir leblebi tanesi kadar küçük yuvarlak plastik mermilerin ‘düşman’a zarar vermesi mümkün değil.

Oyunun oynanacağı bölge, grubun internet sitesinde tartışılıyor. Gerekirse, aralarından birkaç kişi seçip ‘keşfe’ gönderiyorlar. Sonra kararlaştırılan tarihte şehirde toplanıp hep birlikte ‘muharebe alanına’ gidiliyor.

Her takımdan birer hakem saptanıyor ve kimin saf dışı kaldığına bu hakemler karar veriyor. Kuşkusuz geniş bir muharebe alanında hakemin gözünden kaçan olaylar da olmuyor değil. Bu durumda saf dışı kalıp kalmamak, vurulan kişinin insafına kalıyor. Genellikle vurulan da saf dışı kaldığını kabul ediyor, saklamıyor. Vurulduğu halde savaşa devam eden kişinin yalan söylediğinin saptanması halinde, bir daha gruba alınmıyor. Kendisine yeni bir grup araması gerekiyor. Yeni gruplar da bu tarz kişileri kolay kolay aralarına almıyorlar. Dolayısıyla oyun birbirine karşı mücadele edenlerin güveni üzerine kurulu.

Max’a “peki kazanmak kaybetmek var mı?” diye soruyorum. “Elbette” diyor, “yoksa oyunun zevki kalmazdı.” “Savaş” genellikle iki gün sürüyor. Beraber kaldıkları gece, eğlenceler ve danslarla geçiyor. Ancak bu çok fazla geç saate kalmıyor çünkü ertesi sabah erken kalkılıp oyuna devam ediliyor.

Grup içinde yer alan takımlar genellikle gerçeğe uygun adlar alıyorlar. NATO, Kızıl ordu vb. gibi. Takım üyelerinin siyasal tercihlerinin takım adlarında etkili olup olmadığını soruyorum. Yani diyelim komünist biri NATO takımına üye olabilir mi? Max “elbette” diyor, “burada önemli olan takım arkadaşlarının durumu. Uyumlu bir ekip olduktan sonra, siyasi görüşünüzle takım adı arasında çelişki olması önemli değil.” Bu, daha da ilgimi çekiyor. “Zaten” diyor Max, “aslında burada siyasetin de yeri yok. Bugüne dek hiç siyasal konular konuşmadık. Sadece eğlenmek için buradayız.” Söylediğine göre Ukrayna’da sayıları 250’ye varan bu tür gruplar da varmış. Hayli geniş alanlarda ve oldukça gelişmiş donanımla ‘savaş yapıyorlarmış’. “Biz 75-80 kişilik küçük bir grubuz” dedi. Şimdilik 5 takım bulunuyormuş. “Aslında aramızda Türk ordusunu da görmek isterdik” diye bana göz kırptı. “İstekli olan varsa yardımcı olabilirim, ama ben sivil toplumda kalmayı tercih ederim” diye yanıtladım.

Savaş gibi kanlı, vahşi bir olayı, kazanma hedefi olsa bile, barışçıl bir eğlence aracına dönüştürmek de mümkün, (diyelim) futbol gibi barışçıl bir eğlenceyi savaşa çevirmek de. Bu, toplumdan topluma nasıl ve neden değişiyor sorusunun yanıtını bilebilmeyi çok isterdim.