Bir fotoğraf… Yüreklerindeki acı yüzlerine dokunmuş bir gurup insan; çoğu kadın. Bakınca içiniz acıyor ve düşünüyorsunuz. Acılarıyla

Bir fotoğraf… Yüreklerindeki acı yüzlerine dokunmuş bir gurup insan; çoğu kadın. Bakınca içiniz acıyor ve düşünüyorsunuz. Acılarıyla ne kadar büyük, aynı zamanda ne kadar da çaresizler.
Kimler mi? Hepsi yakınlarını faili meçhul cinayetler, daha doğrusu gerçek “faili örtülmüş” cinayetlerde kaybeden insanlar. Hrant Dink’in duruşması nedeniyle bir araya gelmişler.
Ve bize, bu ülkede hem yakınını kaybetmek hem de bu cinayetleri işleyenlerin korunduğunu görmek gibi acı üstüne acı yaşandığını anlatıyorlar. Faili örtülmüş cinayetlere kurban gidenleri saymama gerek yok. Hepsi bilinen ve bu ülke açısından değerli insanlar. Buna karşın işlenen cinayetler karşısında bu ülke, “elinden başka bir şey gelemediğini” itiraf ediyor.
Ne kadar acı ve ne kadar utanç verici.
Son iki yıldır Hrant Dink davasının nasıl “daraltılmaya” çalışıldığını izliyoruz. Saklanan ilişkiler ve bilgiler, yanlış yönlendirmelerle bundan önceki cinayetlerin bir tekrarı yaşanıyor. Biliyorum, bu davanın peşini bırakmayanlar var. Ancak tıkanıklık ve sapmaların hukuki değil, siyasi ve bürokratik yapıdan geldiği de açık.
İşte bu noktada “ortak yaraları” olan ailelerin bir araya gelmesinin önemi büyük. Böylece Hrant Dink olayının tekil bir olay olmadığı da, “Ermeni, Rum, Hıristiyan” gibi  gizli düşmanlıklara ve “ötekileştirmeye” bağlamanın pek açıklayıcı olmadığı da daha iyi anlaşılabilir.
Ve eğer ailelerin buluşması, bu son davanın daha öncekilerle birlikte anılması gibi bir söylem ve duyarlılık yaratırsa, bu buluşmada süreklilik sağlanabilirse tüm bu siyasal ve bürokratik engellere karşı giderek büyüyen “sembolik bir güç” de yaratılabilir.
İşte o zaman daha umutlu olabiliriz.
İşte o zaman, belki, bizleri tek tek “temizleyen” bu operasyonlardan kurtulur ve bizler onlardan bu ülkeyi “temizlemiş “ oluruz. Bu nedenle tek bir aile değil, daha büyük bir aile olarak öne çıkmak çok önemli.
Ve burada hayalperest yanım işlemeye başlıyor. Keşke bu buluşma başka buluşmaları getirse diyorum. Nasıl buluşmalar mı?
Öncelikle yaşadığımız bu savaşta çocuklarını kaybeden acılı ailelerin bir araya gelmesi gibi.
Kürt-Türk demeden, “önce evlat sevgisi, insan sevgisi” demeye dayanan bir buluşma gibi.
İşte görüyoruz; birileri etnik kimliği adına, öteki teröre karşı savaş adına dağa gidiyor. Geride kalanlar için bitmeyen ölümler ve acılar, bilenen öfkeler var.
İşte, umudu ve güveni hepten unutturan koşullarda ve ellerinde oyuncaklarla, kitaplarla değil, taşlarla büyüyen Güney Doğu’daki çocuklar. Onlar da bizim çocuklarımız; ama bizim çocuklarımız gibi büyüyemiyorlar. Çocuk bile olamıyorlar.
Polise taş atmaktan yakalanan birçoğu yıllarını hapiste geçirecek ve gençliklerini yaşamadan yaşlanacaklar. Kuşkusuz öfkeleri daha da artacak. Ya, hapse girmeyenler kurtulmuş mu olacak? Hangi eğitim, hangi iş, hangi sevgi ve güven bekliyor onları?
Ve sanırım, bu çocukların ve gençlerin ezikliğinden de, umutsuzluğundan da korkmak gerek. Ve sanırım, her iki tarafta da bu ezikliği ve öfkeyi dağa döndürmeyip, umuda çevirmek gibi yükümlülük var.
Mücadeleler ve savaşlar insanlarla yapılıyor kuşkusuz. Ama en acısı insan bedeni üzerinden yapılanı. Savaşa sürülen gençler gibi; TEKEL işçilerin açlık grevi gibi; Diyarbakır’da göğüslerini siper eden çocuklar gibi; insan ve barış adına konuşur, yazarken canlarını ortaya koyanlar gibi.
Sonuçta acı çeken, bedel ödeyen insanlar oluyor.
Öyleyse kurtuluş nerede?
Bazen çok acılı ve çözümsüz gibi görünen konularda politikanın, politikacının devre dışı bırakılmasını denemeye ihtiyaç var diye düşünüyorum. Nasıl olur, tam bilemiyorum. Ama sembolik anlamda da olsa bu tür denemeler bulmak durumundayız.
Bu nedenle faili meçhul cinayet kurbanlarının buluşması gibi, Kürt-Türk sorununda da iki taraftan acılı ailelerin buluşması önemli geliyor bana. Keşke bu buluşmalar ve buluşmalardan, örneğin “barış nöbeti” gibi sembolik anlamı büyük ve süreklilik taşıyan eylemler yaratılabilse.
Belki, böylece, birbirini incitmek ve suçlamak yerine çözüm bulmanın önemi anlaşılabilir.
Belki yalnız Kürt sorununu çözmeyi değil, birlikte yaşamanın yollarını aradığımızın farkına varılabilir.
Belki çözümü ölümler üzerinden değil, yaşam üzerinden konuşmanın aciliyeti anlaşılabilir.
Üstelik her iki tarafta “demokrasi” adına konuşuyor, demokrasi istiyor! Değil mi?
Belki…Belki…