Önce tuvalet konusunu yazsam mı yazmasam mı, diye uzun uzun düşündüm

Sevgili Hakan,

Önce tuvalet konusunu yazsam mı yazmasam mı, diye uzun uzun düşündüm. Sonra üzerinde bu kadar uzun düşünme zorunluluğu duymanın bile, konuyu mutlaka yazmak gerektiğini gösteren bir faktör olduğu sonucunu çıkardım.

‘Ayıp’ kelimesi, Türkiye’de çocuk eğitiminde en fazla kullanılan sınırlama yöntemlerinden biri sanırım. İnsanlar büyüyünce bile, bu kelimenin ürkütücü büyüsünden kurtulamıyor.

Tuvalet konusunu ‘uluorta’ konuşmak da ayıp sınırında gezinmeye benziyor. Konuşmak da, yazmak da. Bırakın konuşup yazmayı, ihtiyacınız olduğunda, onun nerede olduğunu sormak bile.

— Affedersiniz, lavabonun yerini söyler misiniz? Nerede elimi yıkayabilirim acaba?

Bu soruyu duyunca insanın, karşısındaki utangaç kişiyi, tuvaleti olmayan musluklu bir düzeneğin önüne götüresi geliyor. Bakalım istediği gerçekten bu mu, diye.

Çünkü Fransızca’dan gelen ‘lavabo’ kelimesinin ilk anlamı bu kapıya çıkıyor. Ancak ikinci anlamı, muhtemelen onun istediği ‘tuvalet’.

Peki, tuvalet ne demek?

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, “insanın dışkısıyla idrarını boşalttığı yer; bazen sidik ve dışkı için kullanılan kelime; aynı zamanda yıkanma, tıraş olma, giyinme, süslenme, taranma işi veya gece kıyafeti; ya da vücut temizliği ve bakımı için gereken nesne”...

Bunların hepsi normal şeyler, öyle değil mi?..

*      *      *

Peki, neden tuvaletin yerini açıkça soramıyoruz?

Tuvalette yapılacak ‘eylemler’ ayıp mı?

Neden?..

Her dönemde ve herkesin yaptığı şeyler değil mi bunlar?

İster patron olsun, ister işçi, ister çocuk olsun, ister yetişkin, ister prensler kadar etkileyici ve yakışıklı bir erkek olsun, isterse de rüyalarınızı süsleyecek kadar güzel bir prenses…

Herkes, ama herkes, günde birkaç kez ‘o işleri yapıyor’.

Ama romantik konuşma ve şiirlerde, şarkı ve danslarda onlar hakkında hiçbir şey söylenip yazılmıyor ve gösterilmiyor. Çünkü bu ‘pek hoş değil’. (Bir öyküde, çok sevip neredeyse taptığı güzeller güzeli ve pek narin kızı tuvalette gören delikanlının, o an yaşadığı hayal kırıklığını “Sen de mi ha! Sen de mi?” türü bir tepkiyle yansıttığı yazıyordu…)

Ama utanılacak bir şey yok işte. Tuvalet hepimizin hayatında var. Ve olacak…

*      *      *

Türkiye’ye ilk gelişlerimden birinde, o pek kullanılmayan ‘tuvalet’ kelimesinin (yine pek kullanılmayan) ne kadar çok yedeği olduğuna şaşırmıştım:

Abdesthane, WC, aralık, ayakyolu, yüznumara, hacet yeri, helâ, kenef, memişhane, kademhane…

Söyler misin, sen kaç tane yer ve nesne için böylesi bir seçenek zenginliği biliyorsun? Bu çeşidin sebebi ne acaba? Onu farklı ve ‘daha uygun’ yöntemlerle anlatabilme ihtiyacı mı?

Benim bu sorulara cevabım yok, ama Türkçe’yi öğrenene kadar, bu çeşitliliğin başıma bela olduğunu söylemeliyim. Birini ezberliyorsun, ötekini söylüyorlar, ona alışıyorsun, bir diğerini kullanıyorlar. Sen de düştüğün durumu daha acıklı hale getirmemek için aman dileyerek “Ben yabancıyım, Türkçe bilmiyorum” gibi, “lütfen, bana anlayış gösterin, ağabeylerim, ablalarım” cümlelerine başvurmak zorunda kalıyorsun.

Bir başka şaşkınlığım da, bazı yerlerde ‘alaturka tuvalet’ ile karşılaşmak oldu. Hatta ‘alaturka’ sözünü ilk olarak tuvaletten öğrendiğimi söyleyebilirim.

Bir de İslamî inanışlara uygun tuvalet temizliğini anlatan ‘taharet’ konusu var. Bu, gerçekten de üzerinde konuşulması zor bir konu. Garip bir tabu. Özellikle Türkiye’nin kırsal ve muhafazakâr kesimlerinde. Müslüman olmayanların neredeyse tümünün ‘taharet konusunda sınavdan geçemediğini’ savunarak, ‘pis’ olduklarını tiksinti duygusunu yansıtan bir yüz ifadesiyle söylemek en kolayı. Yapılan araştırmalarda hangi ulusun ne kadar sık yıkandığını, dişlerini ne sıklıkta fırçaladığını, deodorant kullanıp kullanmadığını falan bırakın! Taharetle aranız nasıl, siz onu söyleyin! O kadar!..

*      *      *

Aslında Türk tuvaletlerinin duvarlarında ve kapılarında yazılan ‘halk edebiyatı’ üzerine de örnekler vererek bir sohbete girmeyi düşünüyordum. Ama neyse. Tuvalet üzerinden Türkiye’yi eleştiren yabancı rolümü bir süreliğine askıya alarak, kendi memleketime uzanmak istiyorum.

Geçenlerde İstanbul’da konuk ettiğim Sibiryalı bir arkadaşım ilginç bir gözlemini dile getirdi:

— Ne güzel bir ülke bu! Nereye gidersek gidelim, tuvalet kağıtları yumuşacık!

Doğrusu, artık buralara çok alıştığım için birçok önemli ayrıntı ve ilginç kıyaslama konuları dikkatime takılmıyor maalesef. Ama konuğum haklı. Sen de bilirsin ki, Rusya’da tuvalet kağıtlarının önemli bölümü hâlâ zımpara kağıdı gibi. Hatta bunu yazmaya utandığım için kendime şaşırıyorum, ama Rusya’nın birçok yerinde Sovyet dönemindeki gibi, bugün de tuvalet kağıdı yerine gazete kullanılıyor. Evet, ne yazık ki öyle!.. Olayın korkunç görüntüsünün dışında, gazete kağıdındaki maddelerin kanserojen etkilerini de bir düşün…

Hatırlıyorum, Sovyetlerde, fabrikalarda ve öğrenci yurtlarında sözüm ona rejim muhalifleri, tuvalette kullandıkları gazeteyi (mesela, parti gazetesi Pravda’yı) ve gazete sayfasını (mesela, Lenin’in veya Brejnev’in resimlerinin bulunduğu sayfaları) özellikle seçerler, bir de bunu duyurarak güya ‘ideolojik eylem’ yaparlardı.

*      *      *

Fabrika, okul, yurt, hamam gibi yerlerde, ayrıca sokak tuvaletlerinde kapılar doğru dürüst kapanmazdı. Tuvaletinizi yaparken bir yandan da tek elinizle kapıyı tutmaya çalışırdınız.

Daha beterini söyleyeyim. Bu tür tuvaletlerde genellikle klozet kapağı falan olmazdı. Tuvalete uzun süreliğine girdiyseniz, üzerine oturamazdınız; düşmekten korkarak, deyim yerindeyse, o daracık oval yüzeye ‘tünerdiniz’.

Hâlâ Rusya’nın birçok kentinde bu tür tuvaletler var. Ve eski Sovyet cumhuriyetlerinin birçoğunda da öyle. Geçen yıl küçük bir havaalanında gözlerimle görmüştüm. Çektiğim sıkıntıyı sana anlatamam.

O zaman aklıma gelen bir fikri seninle paylaşayım: Tuvalet, gerçekten çok özel bir alan, insanın kendini yalnız ve özgür hissettiği bir yer. Herhalde senin de çevrendekilerden bunaldığında hiç olmazsa tuvalete gidip ‘rahatlama’ (psikolojik olarak da) ihtiyacı hissettiğin olmuştur.

Ama gittiğin tuvaletin kapısı yoksa veya bozuksa, herkes birbirini görebiliyorsa, orasının ‘rahatlama değil, aşağılanma yeri’ olduğu hissine kapılıyorsan, burada devletin yurttaşlarına ve insana bakışını görebilirsin.

Şimdi yoksul Ruslar, yeni palazlanmış ve görgüsüz Rus milyonerlerin tuvaletlerini altın klozetli yaptırmalarını koro halinde kınıyor. Yine de ben, bu garip ve komik işin içinde, geçmişe yönelik gizli bir tepkinin olabileceğini düşünüyorum. Sen ne dersin?

Ben de bu sefer biraz garip, belki (herkesin bilmesine rağmen) gizli kalması gereken, ama doğal bir konuda içimden gelenleri yazmak istedim. Umarım ‘ayıp’ etmemişimdir.

Sevgi ve dostlukla kal.

Nataşa