Son romanı ‘İçimde Yanan Nehir’ ile okurlarla buluşan gazeteci Demet Cengiz, “Aile içinde, toplumda veya tüm dünyadaki birinci sorun insanın bölüşmeyi bilmemesi. Bu bilgisizlik bütün sınıfsal sorunların kaynağı” diyor.

Bilgisizlik sınıfsal sorunların kaynağı

Eda Köprü YILMAYAN

Uzun yıllar ekonomi muhabirliği yapan Demet Cengiz’in son romanı ‘İçimde Yanan Nehir’ yayımlandı. Ayazağa’daki yoksul bir semtte var olmaya çalışan bir aile, sevilmeden büyüyen çocuklar, isyanlar ve kopuşlar… “Bu kitap, öyküsünü susanlar için yazılmıştır. Sevilmemiş, acı çekmiş, acısını anlatmamış, anlatamamış, anlaşılmamış bütün çocuklara adanmıştır. Yazılmasaydı, adanmasaydı lâl olurdum” diyen Demet Cengiz’le kitabında anlattığı çocukların hikâyesini konuştuk.

Kitabınızı sevilmemiş ve bunu anlatamamış çocuklara adıyorsunuz. Kitabınızın adı ‘İçimde Yanan Nehir’ sizin duygularınızı mı ifade ediyor?

“Ben sadece sevmeye inanan bir budalayım, beni kimse sevgisizliğe inandıramaz” diyor en sevdiğim şairlerden Şükrü Erbaş. Budalaca sevgiye inanırım. Öyle çok öyle çok inanırım ki sevgiye, sevgisizliğin haksızlık olduğunu düşünürüm. Bir çocuğa anasının ak sütü nasıl helalse sevgisi de helal. Hak! O memelerin varlığının nedeni bile doğacak çocuklar. Nasıl biyolojik olarak kendimizden doğurduğumuz nesillere borçluysak duygusal olarak da borçluyuz. Sevgi alacağıyla ölen herkes bu dünyadan gözü açık gitti. Ben… Ben onların adına hesap sormak istedim belki de.

‘Adımı Deniz Koydular’ kitabınızda da aile içi şiddet ve cinsel istismarı, yoksulluğu anlatmıştınız. İçimde Yanan Nehir’de o kitabınızdan gelen karakterler var. “Bu öykünün eksiği vardır fazlası yoktur” diye yazıyorsunuz. Anlattığınız öykü sizinle paylaşılan, gerçeğe dayanan bir aile dramı mı?

Bu bir Su Üçlemesi… Adımı Deniz Koydular üçlemenin ilk romanı ve gerçek bir öyküden esinlenerek yazdım. Bu bir üçleme olmasına rağmen her bir roman müstakil olarak okunabilir. Devam romanları değil ancak bazı olaylara farklı bakış açıları ele alınıyor. Öyküyü anlatanın, anlatmayana haksızlık yapması hep bâkidir. İlk roman Deniz ve James üzerinden -bir Doğu, bir Batı örneğiyle- fiziksel ve psikolojik şiddet, ağır yoksulluk, ihmal, cinsel istismar ve ensest konularını işliyor. Ben çatı temasını ‘aile içi sevgisizlik’ olarak gördüm. İkinci romanda da Yeter ve Nile üzerinden -yine bir Doğu, bir Batı örneğiyle- aynı temaları işledim. Bu üçleme hırpalanan çocuklara, parçalanan kadınlara odaklanıyor.

Kitap İstanbul’un varoşlarında geçen bir hikâye. Mahalleliyi, önyargıları, o mahallenin kadınlarını anlatıyorsunuz. Bir yandan da patronların olduğu farklı bir sınıf var. Ölümlerin de sınıfsal olduğunu görüyoruz. Siz uzun yıllar ekonomi gazeteciliği yaptınız, iş dünyasından pek çok isimle bir araya geldiniz. Bu sınıfsallığı bugün nasıl değerlendiriyorsunuz?  

İçimde Yanan Nehir romanında “Şahsi değildi bunalımı, sınıfsaldı ama o bunu bile anlayamayacak kadar güncel yaşam kuramlarına yabancıydı” cümlesi var. Ölümün herkesi eşitlediği söylenir ama ben buna katılmam. Ölümümüz bile eşit değil. Ölüm şeklimiz, gömüldüğümüz mezarlık, mezarımızın süsü… Şimdi bütün bunlar eşit mi?  “Lüks içinde yaşıyordu kimileri. Hastalandıklarında lüks içinde tedavi oluyorlardı. Hatta ölürken son nefeslerini lüks içinde veriyorlardı.” Bu cümleler de romandan. Ben kendini parantez içine almış biriyim. Parantezin içinde yaşıyorum. Havada ve asılı… Kimi zaman zorlansam da inanç ve ideoloji aidiyeti kurmuyorum. Aile içinde, toplumda veya tüm dünyadaki birinci sorun insanın bölüşmeyi bilmemesi. Bu bilgisizlik bütün sınıfsal sorunların kaynağı.

Karakterlerin yaşamlarının, öfkelerinin yanı sıra bulundukları toplumsal çevreyi de anlatıyorsunuz. Önyargılarla karşılaşıyoruz. Ancak insanın yaşamını belirleyen yerin bir kez daha aile olduğunu görüyoruz. Tüm travmaların ailede başladığını söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle! Bütün derdim insanı anlamak ve anlaşılmak. İnsanı anlamak için doğaya bakıyorum, hayvanlara bakıyorum, yavru insanlara bakıyorum. Yavru insan çok aptal. Bir bebek dünyaya geldiğinde hiçbir şey bilmiyor. Bilgi yok, düşünce yok, kavram yok. Ne var? His. Eğer bir yazgımız varsa bize ilk hissettirilenlerle yazılıyor. “Bütün büyük savaşçılar yetimdir. Bağımsızlık savaşı verip Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk, girdiği hiçbir savaşı kaybetmeyen Cengiz Han, doğduğunda avucunun içinde bir parça kan tutan Timur, hiçbir muharebede yenilmeyen Büyük İskender yetimdi. İslâm’ın peygamberi Muhammed yetimdi. Mete, babası Teoman’ı öldürüp kendini yetim bırakmıştı.” Romanda anlattığım gibi bütün büyük savaşçıların yetim olması da daha küçücük bir çocukken dünyayla kurdukları ilişkiden kaynaklanıyor olabilir mi?