Geçtiğimiz hafta 12 Eylül’ün yıldönümüydü. Yeni adli yılın açılışı da aynı hafta içerisine denk geldi. Sokaklar askeri darbeyi protesto edenlerin sloganlarıyla inlerken, adli yılın açılışı için yapılan...

Geçtiğimiz hafta 12 Eylül’ün yıldönümüydü. Yeni adli yılın açılışı da aynı hafta içerisine denk geldi.

Sokaklar askeri darbeyi protesto edenlerin sloganlarıyla inlerken, adli yılın açılışı için yapılan konuşmalarda ve yayımlanan mesajlarda, her zamanki gibi hukukun üstünlüğünden, yargı reformundan söz edildi.

Aynı haftaya rastlayan bu iki konuyu birlikte düşününce, bundan 28 yıl önce Milli Güvenlik Konseyi’ne saygılarını sunan Anayasa Mahkemesi üyelerinin görüntüsü akla geliyor ister istemez.

Anayasa Mahkemesi üyelerinin generallerin ellerini sıktıkları o yıllarda, sıkıyönetim askeri mahkemelerinde görevli askeri yargıç ve savcılar, ülkedeki binlerce devrimcinin işkence altında alınmış ifadelerinden iddianame tanzim edip, dosya arşivlemekle ve verecekleri cezaların yasalardaki karşılığını aramakla meşguldüler.

Daha sonra askeri yargıtay bütün sol örgütler hakkında şablon bir karar verecek, hangi örgütün hangi konumundaki mensubuna hangi cezanın verileceğini belirleyerek askeri mahkemelerin işini kolaylaştıracaktı.

Ancak ceza verilecek ve hakkında karar yazılacak o kadar çok insan vardı ki askeri savcı ve yargıçlar işlerini yine de yetiştiremeyeceklerdi. Bunun üzerine sivil(!) yargıdan savcı ve yargıçlar da askeri mahkemelerde görevlendirilecek ve onlar kraldan da kralcı çıkacaklardı.

Bu dönemin savcı ve yargıçlarının darbe yıllarında yerine getirdikleri bu sözümona yargılama faaliyeti hakkında ne düşündükleri bugüne kadar kendine sorulmadı. Ama yargı kurumu 12 Eylül"de askeri diktatörlüğün bir mekanizmasına nasıl dönüşmüş olduğunun özeleştirisini yapmaksızın “bağımsız yargı” üzerine konuşmaya devam etti.

Şimdilerde pek çok kişi 12 Eylül’le hesaplaşmaktan, yüzleşmekten söz edip, darbecilerin yargılanması talep ediliyor. Bu yargı kurumunun darbecileri yargılayıp yargılayamayacağını hiç kimse sorgulamıyor.

Bu sorgulama yapılmaksızın, Şemdinli’de halkı bombalayanların, Hrant Dink’i katledenlerin, Malatya’da insanları boğazlayanların mahkemelerinden çıkacak yargı kararlarının toplumun adalet beklentisini karşılaması beklenebilir mi?

Türkiye yargısı, bu adalet beklentisinin ötesinde, bugün rutin yargılama hizmetlerini bile sürdüremeyecek durumda. Yargı kurumu, milyonlarca kişinin hak ihlallerindeki mağduriyetini gidermekten çok uzak. Devlet yurttaşlarının her konudaki adalet beklentilerine, yargı makamları önündeki kişisel hak arayışlarına karşı duyarsız, adalet hizmetlerine yeterli kaynak bile ayrılmıyor.

Bu duyarsızlık elbette eşitsizlik ve adaletsizlik üzerine kurulu toplumsal yapıyla ve bunca adaletsizliğe karşı çıkacak bir muhalefetin eksikliğiyle ilgili. Bu adaletsiz toplumsal yapı üzerine herkese adalet dağıtacak bir yargı sistemi inşa etmeyi öneren konuşmalar bu yüzden hiçbir anlam ifade etmiyor. Sokaklardan yükselen sloganların dile getirdiği adalet çağrısı çok daha gerçek ve inandırıcı.