AB Komisyonu Başkanı Barroso’nun TBMM de yaptığı konuşma son derece önem yaşıyor. Türkiye’yi tarihsel sürecinde...

AB Komisyonu Başkanı Barroso’nun TBMM de yaptığı konuşma son derece önem yaşıyor. Türkiye’yi tarihsel sürecinde doğru tanımış Barroso. Ancak, bugüne ve ülkedeki son gelişmelere aynı düzeyde hâkim olmadığı da gözden kaçmadı.
İki gün boyunca yaptığı konuşmalarla AB’nin Başbakanı gibi kabul edilen Komisyon Başkanlığına ne kadar yakıştığını da gösterdi.
Sakin, dengeli, çatıştıran değil barıştıran bir üslubu benimsemesi, AB karşıtlarının beklentilerini boşa çıkardı. Ortaya koyduğu düşüncelerin 10 yıl sonra Türkiye’de tartışmasız kabul göreceği şimdiden belli.

•••

Barroso Türkiye’nin laik, demokratik bir cumhuriyet olması nedeniyle AB içinde yer alacağını dile getirdi.
Bir Müslüman ülke olarak, laiklik ile “köktendinciliğe” karşı ciddi bir alternatif oluşturduğunu vurguladı. Samimi olarak Türkiye’nin AB üyesi olmasını istediklerini belirtti.
İç işlerine yönelik müdahalelerin ortaklığın temel hakkı olduğunu söyledi. “Birlikte yaşamaya karar verenler, yaşam koşullarını birlikte oluşturma hakkına sahiptir” dedi.
Yapılan tartışmalara, üyelik dışı önerilen yöntemlere kulak asılmaması gerektiğini ekleyerek, İngiltere’nin bir kez, kendi ülkesi de dahil olmak üzere birçok ülkenin üyelik görüşmelerinde karşılaştıkları “ret” kararlarını hatırlattı. Yılmadıklarını tüm olumsuzluklara rağmen üye olmayı başardıklarını dile getirdi.
Barroso’nun telkini; “Önemli olan kendiniz için bir şey istemektir. Ve o istediğinizi elde etmek için gerekeni yapmaktır” oldu.

•••

Bunlar doğru sözler...
Ancak, laikliği överken daha sonra dile getirdiği “kadınların başörtüsü takmalarındaki özgürlük” düşüncesi, demokrasi ile laiklik çelişkisine vurgu ve AKP’nin kapatılma davasıyla ilgili görüşleri, Türkiye’yi “yarım anladığı” izlenimi veriyor.
Bir kere Türkiye’de tüm kadınların nasıl örtüneceklerini engelleyen bir yasak yok. Ancak, son zamanlarda başını örtmeyenlere karşı “taciz” var. Şimdileri buna “mahalle baskısı” deniliyor. Dinde yeri olup olmadığı tartışılan “türban” bile, her yerde serbestçe takılıyor. Ülkedeki tüm mesele, “kamu yaşantısına dinin sokulmaması.” Dinin “siyasallaşarak” Türkiye yönetiminde” etkin hale gelmemesi.
Üniversitelerde türban yasağı “özgürlük kavramında” düşünüldüğünde insanları şaşırtıyor. Ancak, siyasi simge olarak “dinin siyasal yaşamın içinde tutulması” hedefinin sembolü “türban” olursa buna müsaade etmek zorlaşıyor.
Demokrasinin, hak ve özgürlüklerin tam olabilmesi için bizim gibi ülkelerde laiklik kavramına daha sıkı sarılmak gerekiyor.
Hıristiyan ülkelerde laikliğin tarifi de, kavgası da yok. Ancak onlar, kana ve şiddete dayalı dehşet dolu olaylar yaşadılar. Ve yaşanılan o vahşetler sonrasında “kilisenin” devlet işlerinden ayrılmasını sağladılar. Bugün hiçbir kilise, bırakın kamu işlerine karışmayı, kamunun yanından bile geçmez…
Barroso bizi çok iyi anlayamadığı için bu düşüncelerinde “çelişkili” görülüyor.

•••

Bu çelişki, AKP davası karşısında şaşırmasına neden oluyor.
Anayasa hükmünü “yok etme odağı” haline gelen AKP’ye yasalar gereği kapatma davası açılması hukukun zorlaması!
Barroso’nun şaşırmasında haklılık payı var. Demokrasilerde partiler kapatılmamalı!
Ancak AB ülkeleri de anayasalarına, insanca yaşam ilkelerine ve demokrasiye aykırı olan partileri kapatıyor.
Hatta büyük çoğunlukla iktidara gelen Avusturya Başbakanı Haydier’in iktidarını bile yok kabul edebiliyor! Maalesef Türkiye’deki yasalar ve anayasal kurumlar, “laikliğin kaldırılmasında odak haline” getirdiğini gördükleri partileri kapatabilme yetkisine sahip.
Mevcut yasalara göre yapılan bir uygulamayı tartışabiliriz. Ama hukuku halkın karşısına çıkaramayız. Böyle olunca evrensel hukuk yerine “şeriat hukuku isteyenleri” güçlendirmiş oluruz. Parti kapatma yetkisini “demokratik devlet, örgütlü toplum ve özgür bireyi” yaratma hedefinde olan çağdaş anayasalarla kaldırabiliriz.

•••

Türkiye AB istiyor diye değil.
Ülkemizin çağdaş, saygın, uygar ve tam demokratik bir ülke olması, hukukun üstünlüğüne inanmış sosyal bir devlet tarafından yönetilmesi için “yeni bir anayasa” yapmalı!
Ancak bu anayasa yazımının zamanlaması çok önemli!
AKP davası Anayasa Mahkemesi’nde sonuçlandıktan sonra toplumun tüm unsurları ile bu işe girişilmeli.
Darbeler ve savaşlar dışında da Türkiye, Anayasa yapabileceğini gösterebilmeli!