Okul yıllarından kalma bir alışkanlık... Hâlâ aynısını yapıyorum... Derinleştirdim tabii zaman içinde... Birçok katman ekledim...

Okul yıllarından kalma bir alışkanlık... Hâlâ aynısını yapıyorum... Derinleştirdim tabii zaman içinde... Birçok katman ekledim... Duygusu da değişti... Değişkenleşti... Bazen günden güne değiştiği oluyor... Bazen bir süre öyle kalıyor... Ama hâlâ o şekle hayranlıkla bakıyorum işte: O haritaya... Türkiye haritasına... Duvarlarda asılı... Gördüğümde.

Belki çok baktığım için... Ama evet, özel bir tarafı da olduğu kesin... Hani o sevgili klişemizdeki gibi: Üç tarafı denizlerle çevrili... İşte bu yüzden, dünya haritasına bakıldığında da hemen ayırt edildiğinden yani... (Ya da biz hemen ayırt edebildiğimizden)... Böyle muhteşem bir şekil... Böyle muhteşem şekli bu haritanın... Türkiye’nin...

Ne zaman uçağa binsem... Havayolu şirketinin dergisinde o haritayı incelerim uzun uzun... Gitmediğim yer kalmamış neredeyse... Yüz sürmediğim toprağı, neredeyse...

Ben: Kendisini bu kadar yakın hisseden başka ülkelere de... Sevinçle inen başka ülkelere de... Edebiyatına, müziğine, diline hayran ben başka ülkelerin de... Yine de ne kadar ev bilirim burayı... İçindeyken bile özlerim bu ülkeyi... Üstündeyken bile hasretini çekerim bu haritanın... Bu muhteşem şeklin...

Sonra düşünürüm üstüne... Neden?.. Neden bu hasret buradayken de?.. Buradayken bile?...

Hikâye kitabımın adı (neden): Evsiz Ülke Hikâyeleri...

Bir yerinde (neden) haykırıyorum bir hikâyemin: “Ülkem. Beni evime götür.”

Ve neden bu muhteşem şekil bana hüzün veriyor şimdi mesela? Baktıkça...

Ve “Tabii” derim sonra, “tabii ki hüzünleneceksin, tabii ki üstündeyken bile özleyeceksin.”

Çünkü biz bu topraklarda bir toplum olamadık.

Ne saygı ne dayanışma...

Ne de özgürlük...

Sadece şiddet ve sömürü.

O merkezi şiddet ve sömürü mekanizmaları...

O yoğun şiddet ve sömürü mekanizmaları...

O yaygın şiddet ve sömürü mekanizmaları...

Çalıştıkça üstümüzde...

Dağılmış ve artık sadece şiddet ve sömürü için birbirine dokunan koskoca bir nüfus... Bir kalabalık... Haritanın üstünde...

Ah, böyle mi diyecektik kendimize? “Nüfus”, “Kalabalık.”

Ah, nicedir bu harita sadece bir ganimet olarak ilgisini çekiyor kalabalıkların...

Hüznü bundan.

Hüzün bundan.

Hüzünlen.