Ara Güler, İTO ile Büyükşehir Belediyesi’nin ortaklaşa düzenlediği “İstanbul’da Alın Teri” isimli sergisinin Taksim Metrosu’nda açılmasından dolayı...

Ara Güler, İTO ile Büyükşehir Belediyesi’nin ortaklaşa düzenlediği “İstanbul’da Alın Teri” isimli sergisinin Taksim Metrosu’nda açılmasından dolayı; “Açılmış artık ne yapacaksınız, toplayalım mı? Sergi, sergi salonunda açılır” demiş. Güler, “metroda açılması, eserlerin daha çok kişi tarafından görülmesi açısından önemli değil mi?” sorusuna da “Daha çok insanın görmesi benim için mühim bir şey değildir. Buradan insanlar işine gücüne gidiyor, benim yaptığım hiçbir şeyi de anlamıyor” yanıtını vermiş.

18. İfsak fotoğraf günleri hazırlığı sırasında organizasyon komitesine, insanlara ulaşılabilirliğini artırmak için sergileri değişik mekânlarda, özellikle açık havaya taşımamız gerektiğinden yola çıkarak önermelerim olmuştu. Ancak fotoğraf günlerinin kış mevsime denk gelmesi nedeniyle önermem reddedilmişti. 20.’si yapılan fotoğraf günlerinde ve sonraki sene yapılan fotoğraf bienalinde ise sergi salonları dışında farklı mekânlarda fotoğrafların sergilenmesi denenmiş, ancak doğru yerler ve sunum biçimleri seçilemediği için başarısız olmuştu. Bu sergilerden birkaçını paylaşmak istiyorum.

Ömer Orhun’un atölyesinin sergisi Beyoğlu’undan Tünel’e kadar bütün İstiklal Caddesi boyunca yerden en az on metre yükseltide direklere iplerle asılmıştı. İstiklal Caddesi’nde o sıralar sokak taşları da değiştirildiğinden havaya bakarak sergiyi izlemek tam bir cambazlık gerektiriyordu. Fotoğraf meraklıları her koşula rağmen iyi niyetleriyle sergiyi izlemeye çalıştıysa da halkın pek dikkatini çekmemişti. Dikkatini çeken az sayıda kişi de serginin bütünü hakkında bir fikir elde edebilmesi için caddeyi bir uçtan bir uca seke seke yürümesi gerekliydi. Gerçi ertesi gün çıkan fırtına fotoğrafların çoğunu yerlere sermişti bile.

Bir başka sergi Bakırköy’de Özgürlük Parkı’nda yine açık alanda açılmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam karma bir sergiydi. Bu serginin de başına gelen ancak bizim memlekete özgü olabilir sanırım. Gece yarısı özel temizlik işçileri parkı temizlerken fotoğraflara çöp muamelesi yaptığından kaldırıp götürmüşler ve bu durum gazetelere haber olmuştu. Sorun, belediye ile kurulan gerilimli iletişim sonucu çözüldü.
Diğer bir sergi ise Haluk Çobanoğlu’nun bienalin ana temasına uygun olarak derlediği fotoğraf seçkisinin şehir hatları vapurunda sergilenmesiydi. Bu verdiğim diğer iki örneğe göre mekân olarak daha doğru bir seçimdi. Fotoğraf olarak da iyi seçkiler yapılmıştı. Üç kere izleme fırsatı yakalayabildiğim serginin tek kusuru fotoğrafların vapurun içine dağınık olarak yerleştirilmesiydi. Yolcular önlerine çıkan fotoğraflara baktıktan sonra, serginin diğer fotoğraflarını izlemek için vapuru dolaşmıyorlardı.
Böyle aksaklıklar oluyor diye açık alan sergilerinden elbette vazgeçmemek, tam tersi desteklemek ve şartlarını iyileştirmek gerekiyor.

Son bir sergi örneği daha vermek istiyorum. İstanbul, Maltepe’ye bağlı Gülsuyu-Gülensu mahallesinde oturan halkın kendi gündelik yaşamlarını fotoğrafladığı atölye çalışmasının sonucunda oluşturduğumuz sergiden bahsediyorum.
Bu atölyeyi de ben yürütmüştüm. Ulisfotofest kapsamında mahallede açtığımız sergi yaz aylarına rastladığı için parktaki sergilenme açısından şanslıydı. Gecekondulu halk, mahallesinde yaptığı bu etkinlikle, kentsel dönüşüme karşı verdikleri mücadelenin sıkıntılarından üretimleri sırasında bir an bile olsa uzaklaşarak, fırsat verildiğinde, kendi yaşamlarını başka bir dille de, -kentli ön yargılara yanıt niteliğinde- dertlerini anlatabileceklerini gösterdiler.

Öğrencisinden, ev kadınına, işçisinden, muhtarına, emeklisinden, işsizine, her yaştan insanın katıldığı atölye iki buçuk ay sürmüştü. Fotoğrafları, gazetelerde ve dergilerde yayınlandı. Mahalleli kendi çalışmasına sahip çıktı ve sergilenmesi sürecinde nöbetleşe başında bekledi. Aradan on ay geçmiş olmasına rağmen halen dergiler, internet siteleri fotoğrafları yayınlamak için arıyor. Mahallede sergi toplandıktan sonra Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde de sergilenmişti.

Kıssadan hisse; on beş milyonluk kentte kültür etkinliklerini Beyoğlu’na sıkıştırmak ne kadar yanlışsa, kentli değerleriyle övünen kesimi kültürsüz bırakmamak da o kadar doğru elbette! Ancak ‘öteki’ diye küçümsediğimiz kentin asıl dinamikleri insanları kentten dışlayacağımıza, onlara potansiyel terörist gözüyle bakacağımıza, barınma hakkını savunuyorlar diye bin bir küfür, hakaret yetmezmiş gibi ikinci katın balkonunda oturan gencin kafasına gaz bombasını atacağımıza, hep beraber kentin her türlü olanağından eşit yararlanmak ütopik değil. Dengesizlik kendi dengesini kurar çünkü.