Düşünce suçlularını(!), o nasıl suçsa, siyasileri, yazanı-çizeni-konuşanı cezaevine koymalarının nedeni kişiliklerini yok etmek; artık eskisi gibi düşünmelerini, düşünseler de düşündüklerini söyleyip yazmalarını engellemektir. Düşüncelerini ve eylemlerini içeride bırakanları kendiliğinden salıvermekte bir beis görmezler.

İçeri tıkılan içerden girdiği gibi çıkıyorsa eğer; o çıkışta dışarıdakilerim mücadelesinin payı büyüktür!

 

Ahmet Şık kocaman bir yürek olarak çıktı cezaevinden. Aklın bilediği bir yürek olarak: “Sadece benim davamda 5 tutuklu var. Onun dışında 100 civarında gazeteci halen cezaevinde. Ve ifade özgürlüğü meselesi bu ülkede sadece gazetecilerin sorunu değil. 600 civarında üniversite öğrencisi var. KCK davasında 6 binin üzerinde tutuklu var. Bunların hepsi düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilmesi gereken tutuklular. Bunun mücadelesine biz devam edeceğiz” dedi.

 

Sonra da ekledi: “Bu komployu kuran, yürüten polisler, savcı ve hakimler bu cezaevine girecek, burada ben ant içiyorum hepinizin önünde. Burada çok net bir şey söylüyorum. Bu işin sorumluları cemaat bağlantılı. Burada cemaatçi olan herkesi suçlamıyorum ama cemaatçi olup da bir çete faaliyeti gibi çalışan emniyetteki ve yargının içindeki bürokratik örgütlenme içindeki adamlardır, bunun asli sorumluları. Ama siyaseten sorumlu da AKP hükümetidir. …Bunca baskı ve zulümden, o iktidarın korktuğu ama bizim de özlemini duyduğumuz ve mücadelesini sürdürmeyle devam edeceğimiz bir hayat çıkacak.

 

Nedim Şener de girdiği gibi çıktı cezaevinden. “Hrant için adalet için” diyerek girmişti ve 375 gün özgürlüğünü elinden alsalar da, kendiyle birlikte milyonları ağlatan acılar yaşatsalar da, aynı sözleri yineleyerek çıktı içerden.

 

Üzerlerine ne kadar aldılar bilmiyorum, ama Nedim’in çıktıktan sonra yaptığı açıklamanın gittiği adresler çok netti: Gazeteciler açısından şöyle bir handikap var; meslektaşları, beton dökülmüş meslektaşlarının üzerine dışarıdan beton dökmeye devam ediyor. O korkunç bir şey. Kendinizi savunamıyorsunuz ve sürekli infaz yapılmaya çalışılıyor. Şu anda süren davalarda yargılanan gazeteciler var. Onlara tek bir kelime etme şansı verilmeden sürekli haklarında yayın yapıyorlar. Yargıyı etkilemekse dibine kadar o yapıyor. En kötüsü şu; yalan söylediğini açık açık gördüğünüz insanlara tek bir cevap veremiyorsunuz.

 

 

Evet, iddianameleri sakız gibi çiğneyenler, gazetecilik adına milyonda bir sorumluluk duysalardı, o iddialara verilen yanıtların hiç değilse birazını taşırlardı köşelerine, ekranlara.

 

 

Ve biraz kulak verselerdi o savunmalara, yarın çıkacak gazetecilerin de girdikleri gibi çıkacaklarını, içerde dik durduklarını, milim eğilmediklerini göreceklerdi.

 

 

Varsın onlar gözlerini, kulaklarını ve vicdanlarını kapatıp her şeye, beton dökmeyi sürdürsünler. Meslektaşları üzerine dökülen betonları parçalatıp sökmek için uğraşan gazetecileri de var memleketin. Adı sanı fazla duyulmayan, öne çıkmayan, ama karınca kararınca çırpınan, karınca sabrıyla küçücük emeklerini özgürlük mücadelesi öbeğine taşıyanlar var!

 

 

TGS’ye o çabanın bedeli ödetilmeye çalışılıyor.

 

 

Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları (ANGA) memlekette ve dışarıda, basın ve ifade özgürlüğü için mücadeleyi iş edinenlerden yalnızca bazıları.

 

 

Ahmet ve Nedim dışarıda şimdi. Yarılarını içerde bırakıp çıktılar. Çıkışta söylediklerinden anlıyoruz ki, diğer yarılarını da çekip çıkarmak için sürdürülen mücadeleye katılacak onlar da.

 

Belki, “Ahmet ve Nedim çıksın, Odatv duruşmalarına bir daha asla gelmem” diyenlere en iyi yanıtı onların tavrı verecek. Mücadelenin bir “arkadaş”a sahip çıkmak için değil, basın ve ifade özgürlüğüne sahip çıkmak, dahası adaletsizliğe ve baskıya karşı çıkmak için verildiğini onlar anlatacak. Üzerlerine beton dökülen öğrencilerin, gazetecilerin unutulup gitmesine en çok onlar izin vermeyecek.  

 

 

 

 

 

ANGA da İGGA olacak belki. Olmalı! Çünkü;  İçerdeki Gazetecilerin Gazeteci Arkadaşları olma zamanı şimdi!